Türklerin Soğuk Tanrısı Ayaz Ata Nasıl Noel Baba ve Yeni Yıl Kutlamasına Dönüştü?

Türk, Altay ve Orta Asya mitolojisinde; “soğuk tanrısı” diye de bilinen “Ayaz Ata”, özellikle Kazak ve Kırgızlarda önemli bir ritüelin parçasıdır.  Özbekçe “Ayoz Bobo” veya “Ayaz Ota”, Kırgızca: Аяз Ата, Kazakça “Аяз Ата”, Türk, Altay ve Orta Asya mitolojilerinde, özellikle Kazaklar'da ve Kırgızlar'da “Soğuk Tanrısı” ya da “Ayas Han”, “Ak Ayas” olarak da bilinir. Ay ışığından yaratıldığı için soğuk havaya neden olur. “Ülker burcunun altı yıldızı, göğün altı deliğidir. Ayaz Baba oradan soğuk hava üfler. Böylece kış gelir. Türklerin inanışına göre, kışın soğukta ortaya çıkan ve kimsesizlere, açlara yardım eden bir evliyadır.(**)

Ayaz Baba İle Bütünleşen ve Yeryüzünün Tam Ortasında Bulunduğuna İnanılan Akçam Ağacı (Hayat Ağacı)

Aslında Türklerin yoğun olarak yaşadıkları Orta Asya, kışları soğuk, yazları ise ılık ve sıcak bir iklim gözetmekteydi. Konar-göçer olarak yaşayıp yerleşik hayat geçmeyen Türkler, tek tanrılı dinleri kabul etmeden önceki inanışlarında da, güçlü ritüelleri olan ve bu ritüellere bağlı olarak yaşayan bir toplumdu. Güneş ise Türklerin hayatları içinde anlamlandırıp önemsedikleri anlamlı bir yer tutmaktaydı. Ayaz ise tüm Türk coğrafyasında “yakıcı soğuk” anlamına gelir ki, Ay’ın gökte rahatlıkla görüldüğü açık havalarda meydana geldiği için “Ay Tanrısı”nın (veya ona bağlı Ayas Han’ın) gönderdiği düşünülmekteydi.

Soğuk ve uzun kış gecelerinde, aşırı yaşanan don olaylarında hayvanlarını ve aile içinde yaşlı, çocuk, genç gibi ailelerini kaybediyorlardı. Bu tür durumlar haliyle insanlar arasında moral bozukluğu yaşanmasına da neden oluyordu. Türkler bugüne değin neyi adet edinip onu ritüel olarak devam ettirmişlerse, bu tür kutlamalar mutlaka bir anlamlı nedene bağlı olarak, güçlü köklerden geldiği bir anlaşılmalıdır. Belki de bu kayıplar ve bu kayıplara yüklenilen bahanelerden olacak, inançlara göre gecelerin kısalıp, gündüzlerin uzamaya başladığı 22 Aralık’ta gece ile gündüzün birbiriyle savaştığına inanılıyordu. Geceyle gündüzün uzun süren bu savaşından sonra gün geceyi yenerek zafer kazanıyordu. Bu süre zarfında yaşanan can kayıpları ve moral bozukluğu karşısında insanların umutlarını ve yaşama sevincini, gündüzün geceyi yenmesiyle bir anlamda son bularak anlam kazanıyor: bu da insanların bu ritüellere daha köklü sarılmasına ve normal yaşamlarına dönmesine vesile oluyordu…

Soğuk ve her bakımdan can yakan çetrefilli kış günlerinin insanlara yaşattığı o bu olumsuz ortamın yerini neşe ve eğlenceye dönüştürmekle yapılan gelenekler, zaman içinde ritüele dönüşmüştü. Ve yıllar birbirini kovaladıkça Türkler bu kutlamalara büyük bir bağla bağlandılar. Fakat bu inançlarını güçlü kılmak ve hayatın devamlılığına olan inançlarını daha da pekiştirmek için ona bir de akçam ağacını eklemişlerdi. Bilindiği gibi, Türkler doğada var olan her şeye değer vermiş ve kendi hayatları içinde onu anlamlandırmaya çalışmışlardır. İşte onlardan biri de ağaçtır. Türkler için büyük önem taşıyan ve hayatın devamlılığını simgeleyen akçam ağacı da zaman içinde en önemli kutsallarından biri haline geldi. Türklerin inancına göre akçam, yeryüzünün tam ortasını simgeliyordu. Sadece orta Asya’da yetişen akçam ağacı, “hayat ağacı” olarak Türklerin hayatında çok güçlü olarak yerini aldı. Öyle ki hayatın devamlılığını ve yaşamın köklü gücünü simgeleyen hayat ağacı, kadınların yaptığı tüm el emeği, göz nuru işlerde motif olarak kendini gösterdi. Kendilerine yaptıkları giysilerden, evlerinde kullanmak için dokudukları halı ve kilimlere kadar, mutlaka her işlerinde hayat ağacı motifini kullandılar. Ve Ağaçlar gibi hem köklerine hem de geleneklerine bağlı olarak asırlarca yaşarken, bu inançlarını da kendileri ile birlikte yaşattılar.

NARDUĞAN (Nar = Güneş, Tugan/Dugan = Doğan)

22 Aralık’da gece ile gündüzün savaşının yenmesini zaferlerini akçam ağacının altında kutlayan Türkler, güneşin zaferini ve güneşin yeniden doğuşunu kutlarlardı. Güneşin yeniden doğuşu, “yeni bir doğum” olarak algılanıyordu. Türkler Güneş’e “nar” diyorlardı. Günümüzde dilimize doğan olarak gelen ve “doğmak” anlamına gelen tugan, doğan ise asırlardır aynı  anlamı taşımaktadır.

Narduğan Bayramında Tanrı Ülgen’e Dualar ve Günümüze Kadar Ulaşan, Dileklerin Kabulü İçin Ağaca Bağlanan Ritüeller

Türklerin her yıl geleneksel olarak kutladıkları Narduğan “Güneşin Doğuşu” Bayramı yaklaştığı zaman evlerini temizliyorlardı. Bayram günü ise en güzel elbiselerini giyiniyorlar, Tanrı Ülgen’e sunacakları hediyeleri de yanlarına alıp, gruplar halinde şarkılar söyleyerek bulundukları yere en yüksek ve en gösterişli akçam ağacının yanına gidiyorlardı. Akçam ağacının altına vardıklarında Tanrı Ülgen’e hediyelerinin ulaşması için hediyeler bırakılıyor, dualar ediyorlardı. Hatta bu ritüelde Ayaz Ata’nın yanında bir de torunu olarak addedilen “Kar Kız”da yer almaktaydı. Genç kızlar ve kadınların ağacın dallarına bağlanması için aile fertlerine yetecek  kadar yaptıkları bantları herkese dağıtırdı. Koyun, keçi gibi hayvanların kılının eğrilerek yapılmış ve dokunmuş bu bantların üstünde hayat ağacı motifleri işlenmiş olurdu. Herkes akça ağacının dallarına bu bantları dilek dileyerek bağlardı. Asırlardan bu yana yapılan bu gelenek günümüzde de, evliya, yatır vb. mezarlarına ya da o mezarların yakınında bulunan ağaçların dallarına bağlanarak devam etti.

Akça ağacının altına Tanrı Ülgen’e dileklerin kabul olası için bırakılan hediyeler ve ardından dallarına bağlanan bantlardan sonra ağacın etrafında dolanarak şarkılar söylenir, eğlenilirdi. Sonrasında ise yaşlılar, büyük babalar, nineler ziyaret edilir, aile ve dostlarla bir araya gelinerek hep birlikte, önceden yapılmış özel yemeklerin ardından yaş ve kuru meyveler, güne özel yapılmış şekerleme ve tatlılar yenilirdi.

Türklerin inanç olarak Hristiyanlığı kabul etmesinin ardından bu köklü geleneklerinin Hunlarla Avrupa’ya gelmesi, bu güçlü ritüelin başka kıt'alarda da sürdürmesiyle birlikte, ritüel izlerini tıpkı bir tohum eker gibi buralarda da yaşatılarak yeşermesini sağladı. Akçam ağacı Filistin’de yetişmemesine rağmen, buralara kadar bu ritüelin yayılması, Türklerin gittikleri her yerde inançlarını da götürdüklerinin güçlü bir kanıtı olan bu geleneğin, günümüze kadar yaşadığı toplumlardaki insanların buna sahiplenmesiyle elbette başka isimlerle karşımıza çıkması kaçınılmazdı. Türklerin Hristiyanlığı seçmesi ve İsa Peygamber’in doğumuyla hiç ilgisi olmayan bu ritüelin çok sonraları İsa Peygamber’in doğumuyla özdeşleştirilmesi yakın çağ insanının yarattığı bir algıdır. Nitekim 19. yüzyılda Türklerin Narduğan kutlaması ve Ayaz Ata’sı “Noel Baba”ya dönüşerek karşımıza çıkmaktadır. Sümerolog İlmiye Çığ’ın bu konuda oldukça geniş ve belgelere dayanan araştırmalar yapmış, tarihi aydınlatan belgeler ışığındaki eserleriyle bizleri aydınlatmıştır.

Türklerde Tengricilik

Türklerin halk arasındaki bilgi paylaşımı ve kültür oluşturma adına sözlü ürünleri nesilden nesile aktarıla gelmekteydi. Dünyanın en hacimli ve en yoğun destanları, dilin anlatım, ifade ve konuşmadaki önemi bakımından Türk kaynakları oluşturmuştur. Dilin konuşmadaki önemini ve akışı, anlaşılırlığı ve yapısı bakımından diğer dillere göre oldukça gelişmiştir. Hatta Türkçe konuşma eylemine bağlanmaz. Türkçe bu  savaşçıların dilidir ve Türklerin inançları da aynen dilleri gibidir. Tıpkı bozkırlar gibi sade ve açıktır ve bu hayata uygundur. Başlangıçta kurt, ayı, dağ, doğa ve canlılardan oluşan pek çok doğal unsurları “ata” olarak belirleyip envaiçeşit “mit” oluşturan Türkler, nihayetinde “Tengiricilik”  diye adlandırdıkları bir inanca sahip oldular. İlk Türkçe belgelerde görülen yazılı belgelerde bu din tek tanrıcılık olarak belirlenmektedir. Ve tanrı, bu doğanın arkasındaki güçtür. Tanrının çevresinde iyice kötü ruhlar vardır. Tüm dinler tanrıdandır. Doğruyu yalnızca tanrı bilir. Belki de bu yüzden Türkler belli başlı tüm dinlere mensup mensup bulunmuşlardır.[1]

Yüzyıllar geçti ve Türkler atlarını dünyanın her yerine sürdükçe, ulaştıkları her yerin tarihine katkılarda bulundular, inanılmaz bir hareket getirdiler. Fakat hem adları değişti, hem de vardıkları yerleri mesken tuttukça onlardan yeterince söz edilmediği gibi, onlar da zaman içinde nereden geldiklerini unuttular. Tıpkı, Noel Baba’ya dönülen “Ayaz Ata”larının devşirildiği gibi…

Günümüzde Altaylarda ve Türklerin oldukça geniş bir araziye yayılmış Orta Asya’daki varlıklarına baktığımızda kendilerine Altaylılar diyenlerin gittikçe azaldığını görürüz. Elbette bu biraz da artık günümüzde varlık gösteren siyasi, ekonomik ve kültürel politikalarının bilinçli bir ürünüdür. Altaylılar özellikle tarıma elverişli bölgelerde sayıca fazlalaşan Rusların aralarında kalarak kendi topraklarında azınlık durumuna düştüler. Bu ise kazan Hanlığından sonra Sibirya Hanlığının da düşmesi sonucunda, 17. yüzyılda Sibirya’nın içlerine doğru ilerleyerek Altay Türleriyle karşılaştılar. Ardından bazı Türk kavimleri Rus yönetiminin altına girdi. Ruslar Çin tarafından dağıtılan Kalmukların ardından, 19. asrın ikinci yarısında Ruslar Altay’da kesin hâkimiyetlerini sağlayıp, yoğun bir Ruslaştırma ve Hristiyanlaştırma faaliyetlerine başladılar. Oluşturulan Altay Ruhani Misyonu, Çarlığın asimilasyon ve sömürge politikasında aktif bir rol üstlendi. Altay’da haç dikilmeye başlanmasıyla birlikte, Altay Türklerin haçın bulunduğu yerden 6 kilometre çevresine kadar kendi ayinlerini yerine getirmesi kesin olarak yasaklandı. Bunun etkisiyle Altay Türkleri dağlara çekilmek zorunda kaldı. Bazı Altay Türkleri Hristiyanlaşınca bundan dolayı daha kolay asimile oldu. Bunlar arasında bugün de Hristiyan olan Telengitler ilk göze çarpanlardandır. Bir yandan Devlet tarafından özendirilen Rus göçü, bir yandan asimilasyon, Altay’daki demografik yapıyı gittikçe farklılaştırdı. Buna rağmen Bu Türk topluluğunun bir kısmı, hiç din değiştirmeyen ve halen eski Şaman dininin pek çok motifini aynen muhafaza etmekte olan ender toplumlardandırlar…

Türklerin Hristiyanlaşmasıyla Ayaz Ata, Ayas Han, Ayaz Baba, Soğuk Ata gibi isimler alan ve evliya olduğuna inanılan bu evliya, batılı toplumlarda karşımıza “Noel Baba” olarak çıktı. Bu örneği yaşadığımız bir başka Türkler de Kazanlardır. Bugün “Yeni yıl” olarak bildiğimiz ve yeni bir yılı karşıladığımız bu eğlence, günüm Kazaklarında da karşımıza, “Ayaz Ata” kültünden, Noel Baba anlayışına dönüşerek çıkmaktadır. Etimolojik ve kültürel olarak Türk kültüründe zaten var olan bu kişilik, Kazaklarda kışın karşılanması ile ilgili olarak “Soğumbaşı” isimli bir eğlence ile halen yaşatılmaktadır.

Başka Türk kollarında bu ritüelin ve inanışın ne şekilde devam ettiğine bakacak olursak; Azerilerde bu ritüel günümüzde de devam etmektedir. Azerilerde “Ayaz Ata, Soğuk Ata” anlamına gelen Şaxta Baba” sözcüğü ile ifade edilmektedir.  Özbekçede “Şahta” (Shaxta, Şaxta) sözcüğünün “ocak” manasına gelmesi ise kelimenin anlamı açısından dikkat çekicidir.

Vikinglerin Büyük Tanrısı Odin ve Thor Türk müydü?

"Prof. Sven LAGERBRİNG: ''İsveçliler Türk kökenlidir. Tanrımız ODİN de Türktür.''

İsveç tarihinin kurucusu olan Prof. Sven Lagerbring, Türkçe ile İsveççe arasındaki ortaklıklardan, mitolojik benzerliklerden hareket ederek, İsveçlilerin atalarının Türkler olduğunu söylüyor. İsveç masallarında da tanrı Odin’in "Türkland"dan geldiği anlatılıyordu.

Prof. Lagerbring'e göre İsveç Tanrısı Odin, "Herwarar Masalı"nda Tirkiar (Türkler) ve Asiemaen (Asyalılar) olarak tanıtılan büyük bir kitlenin önderiydi. Tasvirlerde kurtlarıyla gösterilen Odin'in Türkland'dan (Türk İli) İsveç'e yolculuğu masalda ayrıntılarıyla anlatılır, adaletinden ve bilgeliğinden söz edilir. Kurduğu krallıkların başlarına oğullarını geçirdiği söylenir.

Vikinglerin Thor ve Odin isimli iki önemli tanrıları vardı. Her iki isim de Türk kökenli isimlerdir. Thor adı TUR sözünden ve Odin adı da OT-İN (inen ateş) sözünden kaynaklanır. Thor, yani Tur; yüksek makam, yuvarlak gök, türeme, töre ve Türk sözcüğünün de köküdür.

İsveç tarihçiliğinin babası Rektör Sven Lagerbring Odin ve Oğullarının Kuzey Avrupa'ya Türkçeyi getirdiğini de kaydediyor. Runik yazı adı verilen oyma yazılar da, Noveç’ten Orta Asya içlerine, Orhon Yazıtları’na kadar görülüyor. Norveç ve İsveç’te Runik harflerle yazılmış, fakat İsveççe ve Norveççe olarak okunamayan yazılar var. Prof. Lagerbring İsveççe ve Türkçe gramer ve sözcük benzerliğini de ortaya koyuyor. Çok sayıda sözcüğün birbirlerine benzediğini belirterek iki yüzden fazla örnek vermiştir. Odin ismine İskandinavya kadar Orta Asya Türklerinde de saygı duyulduğu bir gerçektir. Eski kaynaklar Öden Ata isimli kutsal bir Türk büyüğünün Eski Türk Yurdunda anıtları olduğu ve çok saygı duyulduğunu anlatır. Ünlü komutan Timur batı seferine çıkmadan önce Öden Ata’nın kabrini ziyaret etmiş, dua ve dilekte bulunmuştur."

Şimdi bu bilginin Batı'da kutlanılan Noel'le ne ilgisi var diyecek olursanız, Odin, diğer cermen Tanrı ve Tanrıçalarıyla birlikte cermen neopaganlar tarafından kabul edilmektedir. Özellikle onun İskandinav formunun kabul edildiği Ásatrú; İzlanda, Danimarka, Norveç, İsveç ve İspanya'da resmen tanınan bir dindir. Kuzey mitolojisinin Zeusu denilebilcek tanrı. Eşi Frigg'den olan çocukları, BalderHod Bragi ve Hermod, tanrıça Jord'dan olan çocuğu Thor ve dev Grid 'den olan çocuğu da Vidar 'dır. "Odin, Hristiyan inancının ortaya çıkmasından çok daha önce, İskandinav mitolojisindeki ve Paganizmdeki en büyük tanrı olması, çok sonralar noel baba olarak batı geleneğinin bir parçası olmakla birlikte, modern dünyada da çizgi filmlerin, sinemanın, çizgi romanların kahramanı olarak karşımıza çıkacaktır. Çünkü İskandinav efsaneye göre; Odin’in Sleipnir adında uçan bir atı vardı, çocuklar Odin’in uçan atı için, çoraplarının içine havuç ve şeker koyup duvara ve kapıya asarlardı. Odin de çocukların bu iyiliği karşılığında onlara hediyeler, tatlılar ve şekerlemeler verirdi.

Hıristiyan Dünyası Yüzyıllardır İskandinav Mitolojisindeki Odin Kültürünü Kendilerine Göre Açıkladıkları Gibi Resmi Tarihe de Yön Vermekte Keskin Bir Siyaset Güttüler

Yüzyıllar sonra Hristiyan dünyası, İskandinav mitolojisindeki Odin’i de kendi kültürlerine göre şekillendirdiler. Artık İskandinavların yardımsever hayali karakterinin yerine, Hristiyan dünyasından, çocukları seven, yardımsever ve mümkünse Hristiyan din adamı aradılar. Neticede buldular da M.S. 4.yüzyılda Likya’nın Myra yöresinde (günümüzde Demre – Antalya) yaşamış, iyi kalpliliği ve cömertliği ile meşhur olan Hristiyan azizi Nikola, yıllar sonra İskandinavların Odin’inin yerini almaya başladı. Sonuç olarak günümüzün Noel Babası, İskandinav ülkelerindeki iyiliksever, çocukların koruyucusu ve sevindiricisi olan Tanrı Odin efsanesi ile Myra’lı Aziz Nicholaos’ın kişiliklerinin birleştirilmesiyle, yarı dini ve yarı hayali bir karakter olarak ortaya çıkmış oldu." Fakat en temelde yatan gerçek ise, Aziz Nikolas’a yüklenen misyonuların, eskiden medet umulan Likya Uygarlığının pagan inancı içinde yer alan Önbilici, Işık Tanrı Apollon’un bir devamı olduğudur. Yani gerçek şudur ki Apollon inancı asla yok olmamış, bölgeye Hristiyanlık inancı hakim olunca adı değişmiş, Apollon'un taşıdığı tüm misyonlar Aziz Nicholaos'a devredilmiştir. Değişmeyen inançlar ve inanılanların kendine yeni aracılar bulması, insanlık tarihinin devamlılığını seyredip şahit olduğunuz pek çok konuda karşımıza çıkmaktadır. Tıpkı insanların yakın yüzyılda yarattıkları Noel Baba gibi. Noel Baba bu noktada pek çok misyonu üstlenen geçmiş isimlerin, modern zamanlara karşılık gelen aracı/ticari bir isimden başka bir şey değildir.

Bu konuyla ilgili daha geniş bilgi için aşağıdaki yazımı okuyabilirsiniz.

http://blog.delphinhotel.com/aziz-nikolas-noel-baba-likya-uygarligindan-biyografiler/

Osmanlı İmparatorluğu Döneminde Yapılan Yeni Yıl Kutlamaları

Cumhuriyetimizin önemli tarihçilerinden Sinan Meydan, Osmanlı İmparatorluğu döneminde yapılan yeni yıl kutlamalarını bakınız nasıl bir tarihi gerçeği gözler önüne sererek bizlere aktarıyor? “Osmanlı’da özellikle saray düğünlerinde bal mumundan yapılarak gelinin veya sünnet çocuğunun önünde götürülen süslü ağaçlar vardır. Bunlara “nahil” denir.

"Arapça “nahl” sözcüğü “hurma ağacı” anlamına gelir. Düğün sahibinin maddî gücünü ve toplumdaki yerini gösteren bir simge olarak kullanılmıştı.

Ağaç süsleme geleneği Anadolu’da Hristiyanlık ve İslamiyet öncesi döneme uzanır. Hititlerde ve Friglerde taşınan nahiller erkeklik gücünü simgelerdi.

Nahiller genelde servi ağacı biçiminde yapılıyordu. Dallarına mumlar, süsler ve mulajlar takılmıştı. İskeleti kavak ağacı gövdesinden yapılır, süslerin asılabilmesi için yukarıdan aşağıya doğru uzunlukları giderek artan dallar takılırdı. Nahilin her katında üstleri altın ya da gümüş yaldızla parlatılmış toplar vardı. Osmanlı’da sünnet veya gelin alayı önünde ve yanlarında taşınan nahiller çeşitli büyüklüktedir. Alayın önünde götürülen nahillerin yüksekliği 9 ile 25 metre arasında değişir.

Osmanlı’da büyük nahilleri sokaklardan geçirmek için bazı evlerin cumbaları, saçakları, hatta çok defa da evler yıktırılmıştır. Örneğin I. Ahmed’in 1612’deki çifte düğün şenliğinde otuz kadar ev yıktırılmıştır. Sultan İbrâhim’in dört yaşındaki kızı Fatma Sultan’ın Fazlı Paşa’ya nikâhlanması dolayısıyla düzenlenen 1056 (1646) şenliğinde sokaklarda saçaklar, balkonlar yıktırılarak sokak genişletilmişti.

Nahillerin gümüşten ve değerli taşlardan yapılanları da vardı. Kanûnî Sultan Süleyman’ın kız kardeşi Hatice Sultan’ın Makbul İbrâhim Paşa ile evlenmesi dolayısıyla 1524’te düzenlenen şenlikte nahillerden birinin 60.000, diğerinin 40.000 parçadan oluştuğu söylenmektedir. Bunlar değerli taşlarla yapılmış anka gibi kuşlarla süslenmiştir. Üzerlerinde altın kaplanmış bal mumu toplar, büyük parçalar halinde turkuazlar ve yüzlerce inci vardı. Bu nahillerden bir tanesinin değeri 40-50.000 altın dükaydı. İki gümüş nahil için iki köşk parası olan 50.000 kuruş ödeniyordu. Gümüş nahillerin bazılarının tepesinde birer büyük mum yanardı.”(2)

18. Yüzyılda Avrupalının Gerçekleştirdiği Sana Devrimi Türk Hikâyelerinden Yarattığı Algılarla Kendilerine Büyük Fırsatlar Yakaladılar

Batılı devletlerin 18. yüzyılda Sanayi Devrimini yapmaları ve her geçen gün gelişen sanayileşmenin içinde tüketim toplumu yaratmak için önemli adımların atılmasıyla başlayan süreçte, “Noel Baba” gibi ritüellere ihtiyaç vardı ve sanayiye yön verenler, ürünlerini tüm dünyaya satarak yaygınlaştırmak ve arz ve talep yaratmak için bu hikâyeleri kendilerine devşirerek, hedefledikleri tüketim toplumları üzerinde yarattıkları etki beraberinde kendilerine güç elde etmeyi amaçladıkları ölçüde başarıya ulaştılar… Devrimin kurucularına ilham veren ve işlerini kolaylaştıran her zamanki olduğu gibi din/inanç kavramları ve onun içini dolduran efsaneler ve hikayelerdi. Bu nedenle Türklerin “Ayaz Atası” olarak asırlardır Orta Asya ritüeli olarak anılan anmalar, kıtaları aşarak Hristiyan inancı içinde yer almış ve bu Türk efsanesi Hristiyan inanının bir parçasına bürünerek karşımıza Noel (Christmas) olarak çıkmıştı.

Türklerin asırlardan beri gece ile gündüzün savaştığına inandıkları 22 Aralık bir iki gün daha ileriye atmış ve Hazreti İsa Peygamberin doğumu olarak kabul edilen 24 Aralık’ta, bu inanca sahip milyonlarca insan, bu günü dini olarak kutladığı bir anda, bunu bir eğlenceye dönüştürerek ona kültürel bir form kazandırmıştı. Sanayi devrimin biçimlendirdiği toplum yapısı, hızla sayıları artan fabrikalar ve yarattığı proletarya, yarattığı sosyal sınıfların biçimlendirmesinde Türklerin “Ayaz Ata”sını çok yerinde kullandı. Birçok ülkede tarihler her yıl aralık ayına girildiğinde, 24 Aralık için özel hediye üretimlerinin yapılmasının yanı sıra günler öncesinden yapılan hazırlıkların, toplumları daha geniş bir ortak kültür etrafında toplamayı hedeflemesi, tüm dünyayı bu kutlamaların yıl dönümünde aynı duygudaşlığın yaşanmasına sebep oldu. 25 Aralık tarihinin tatil ilan edilmesi ve bu geleneğin tüm dünyaya yayılması, milyonlarca inanın bu kutlamalara her geçen gün daha da büyük bir coşkuyla katılmasına vesile olan başka bir önemli sonuçtu. Hristiyan olmayan ülkeler dahi bu kutlamaların kökeninin nereden geldiğini bilmeden bu kutlamalar katılmaya başladı.

Hz. İsa'nın doğumuna dair net bir tarih olmasa da Batı Hristiyan Kilisesi 4. yy ortasından itibaren doğumu 25 Aralık Noel günü olarak kabul etti. Hristiyan aleminin büyük bir çoğunluğu Miladi Takvim'e göre 25 Aralık'ta Noel'i kutlamaktadır. Doğu Hristiyan Kiliseleri de Noel günü için Jülyen Takvimi'ndeki 25 Aralık tarihini esas alır. Bu tarih Miladi Takvim'de 7 Ocak tarihine tekabül eder. 6 Ocak tarihi de Batı Hristiyan Kilisesi için Epifani bayramıdır.

Hristiyan âleminde Noel günü için bir anlaşmazlık bulunmamaktadır fakat genel olarak 25 Aralık tarihi ağırlık kazanmıştır.

19. yüzyılda Batılıların “Noel Baba” olarak bilinen ve “gece evlere gizlice girerek, çocuklara hediye bırakan” efsanevi bir kişilik olarak karşımıza çıktı. Türklerin “Ayaz Ata”sı, Avrupa’da “Santa Claus, Papa Noel gibi isimler aldı. Bunun haricinde bazı Avrupa ve Latin Amerika ülkelerinde kullanılan Kris Kringle ismi, ilk kez Martin Luther tarafından kullanılan Almanca Christkind (Çocuk Mesih) adının yozlaşmış hali olarak kendinden söz ettirdi. Bu isim Noel Baba’nın yerini alması için o dönemin tutucu Katolik çevreleri tarafından benimsenirken, Protestan Kiliseleri daha seküler bir isim olan Noel Baba ve türevlerini benimsemiştir. Noel Baba efsanesi ve 6 Aralık‘ta çocuklara şekerleme ile hediye verilmesi geleneğinin, Piskopos Nikola’yı konu alan Hollanda efsanesi Sinterklaas‘a dayandığı kabul edildi. Bu efsane ilk kez Hollandalı göçmenler vasıtasıyla Amerika Birleşik Devletleri‘ndeki New Amsterdam’a (günümüz New York City‘si) ulaşmıştır.

Günümüzdeki Noel Baba imajı, karikatürist Thomas Nast’ın 3 Ocak 1863 tarihli Harper’s Weekly dergisinde yayınlanan çizimlerine dayanır. Nast’ın çizimleri ise 1822’de Amerikalı şair Clement Clarke Moore‘un yazdığı kabul edilen ve ölümünden sonra kendisine atfedilen, A Visit from Saint Nicholas (Aziz Nikola’nın Ziyareti) ya da “Twas the Night Before Christmas” (Noel’den Önceki Geceydi) olarak bilinen şiirden esinlenmiştir.

Popüler Noel Baba imajı, çizer Haddon Sundblum‘un, 1931 yılından itibaren Coca-Cola şirketi için hazırladığı çizimlerle son halini alırken, daha sonra tüketim toplumu için yaratılacak olan “Anneler günü, babalar günü, sevgililer günü… vb” gibi özel günlerin özenle belirlenip kutlanmaya başlanmasıyla son halini aldı.. Sundblum’un Noel Baba’sı, şişman, beyaz sakallı, uçları beyaz kürklü kırmızı bir kıyafet giyen, siyah kemerli, siyah çizmeli, yumuşak kırmızı şapkalıydı. Noel Baba’nın hediye getirmesi geleneği, İskandinav Mitolojisi‘ndeki tanrı Odin‘e dayanır.[4] Odin, uçan atı Sleipnir ile avlanmaya gittiğinde, çocuklar Sleipnir için çizmelerinin içine havuç ve saman koyup şöminenin yanına asarlardı. Odin’in bu iyilik karşılığında çocuklara hediye ve şekerlemeler getirdiğine inanılırdı. Zamanla bu gelenek Avrupalı göçmenler vasıtasıyla Amerika’ya ulaştı. Çizme yerine büyük çoraplar kullanılmaya başlandı ve bu gelenek Noel’e dahil oldu. Ana Vatanı orta asya olan ren geyiğinin, Avrupa'da kutlanan Noel kutlamalarında sözde Noel Baba'yı taşıyan geyikler olarak yer alması dahi, bu kutlamaların batı kökenli olmadığının başka bir kanıtıdır.

Silvan Güneş

Biyografi Yazarı / Folklor Araştırmacısı

Alıntı ve Kaynaklar:

(**) Türkolog Dr. Shurubu Kayhan, Beşikten Mezara Türk Dünyası Gelenekleri.

* Sümerolok İlmiye Çığ: https://www.turkishnews.com/tr/content/2017/12/19/101-yasindaki-muazzez-ilmiye-cig-yilbasi-ve-noel-babanin-turk-geleneklerinden-geldigini-soyledi/

1)  https://tr.wikipedia.org/wiki/Noel

2. Sinan Meydan https://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/sinan-meydan/turklerde-yeni-yil-ve-agac-susleme-ecdadin-suslu-agaclari-2155120/

3. https://www.mynet.com/vikinglerin-buyuk-tanrisi-odin-ve-thor-turk-muydu-190101037264

4. https://www.wikiwand.com/tr/Odin 

5. https://indigodergisi.com/2016/12/noel-baba-kimdir-noel-yeni-yil-kutlamalari-nasil-ortaya-cikmistir/

* Osmanlı’da Yeni Yıl Kutlamaları Nasıldı? Bakınız: http://www.eglencelitarih.com/Syf=26&Syz=473171&/Osmanl%C4%B1da-Y%C4%B1lba%C5%9F%C4%B1-Nas%C4%B1l-Kutlan%C4%B1rd%C4%B1?* http://www.yamal.aif.ru/culture/yamalskiy_ded_moroz_yamal_iri_gotov_poznakomitsya_s_novymi_druzyami

02.07.2021