Sultan Alaaddin Keykubat’ın Alanya’yı Kuşatması 2 Ay Sürdü ve Ardından Bir Rüya Gördü (III.Bölüm)

Tarihin en güzel tarafı okurken heyecan yaratmasıdır. Tabii ki bunun için kendinize fırsat veriyorsanız! Sadece Alaaddin Keykubat’ın hayatı değil, mevzubahis Selçuklular olduğunda Osmanlılardan çok daha fazla anlatılması ve bilgi sahibi olunması gerekirken, neredeyse Selçuklular hakkında hiçbir şey bilmiyoruz! Tarih kitaplarında çokça anlatılmıyor çünkü! Fakat unutmayalım ki, Anadolu’ya attıkları ilk adımdan itibaren her yerde uyguladıkları imar, bugün dahi ayaktadır. Selçuklular, Osmanlılardan çok daha fazla imar çalışmaları yapmış, buna da çok önem vermişlerdir. Selçukluların yönetim anlayışı tamamen halka hizmet içindir, Osmanlı ise bu bakımdan Selçuklunun sanırım biraz gerisinde kalmaktadır. Bunu anlamanız için yaşadığınız yerdeki Selçuklu ve Osmanlı eserlerine bakmanız dahi yeterli olacaktır.

Sultan Aladdin Alanya'yı Fetih Hazırlıklarına Başladı

Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın Alanya’yı fetih hazırlıkları ile ilgili I. ve II. bölümü okuduktan sonra devamı olarak bu yazımı okumanızı tavsiye ederim. Bir önceki yazımda Sultan Alaaddin ordularını da almış, nihayet Alanya’nın denizlerle çevrili çetin ve sarp kayalarının önlerine kadar gelmişti. Bakalım ondan sonra neler oldu? “Sabah olup lacivert kubbeye dünyayı dolaşan padişahın (güneş) safi bayrakları dikilince dünya Sultan’ın ordusunun kaldırdığı tozdan simsiyah oldu. Saltanat çetr’i parlamaya başladı. Demiri eriten süvarilerin heybetinin rüzgârından kale halkının kalbi yerinden oynadı. Söğüt gibi titremeye bağladı. Feleğin dahi bir defada bakamadığı, fethini duymak dahi istemediği, yağmur yerine ok ve mızrak yağdırsalar halkını üzüntüye ve sıkıntıya sokamayacakları o sarp yerin korunmasını ilahi güç bırakınca ora savunulabilir mi? Şiir: ‘Fakat kötü talih öfkelenince granit taşını muma çevirir.’ Sultan tarafından gruplar halinde o dağa çıkmaları buyurulan askerler, uçan kartallar ve yırtıcı kaplanlar gibi bir anda sert kayaları tırmandılar. Fırlatılmış ok gibi oraya ulaştılar. Düşüncenin bile varamadığı dağın üzerinde ordu savaşa tutuştu. O yiğitlerin vurup kırmasından gök şaşkınlığa yer ıstıraba düştü. ‘Göğün sarsıldığı, dağların yürüdükçe yürüyeceği gün’[1] Feleğin divanından gündüzün ve günün ipi kesilip, dünyayı aydınlatan güneş, şiir:

Zeki Kimseler Sağ Yumruklarını Kafire İndirirler!

‘Zeki kimseler sağ yumruklarını kâfire indirirler.’ Deyip kendini batı zaviyelerine gizleyince ve yüce göğün yeşil bahçelerinde yüz binlerce lamba yanınca Sultan ordusuyla otağına (sera-perde) çekildi. O zaman canlarını siper edip yiğitlik göstermiş olan devlet emirleri (umera-yı devlet) düşmanın dayanma gücünden ve kalenin sağlamlığından dolayı şahlar şahının huzurunda üzüntülerini bildirdiler. Padişah onların gönlünü aldı. Gösterdikleri hizmet ölçüsünde onların saygınlığını ve kendisine yakınlık derecelerini artırdı ve ‘Her ne kadar feleğin kötü olaylar karşısında korkup sığındığı bu sağlam yer, mancınıkla yarılıp yıkılmaz, ok ve mızraktan etkilenmezse, zirvesi yıldızlar kümesine değse, yolları her yandan kapalı olsa da yarın Allah’ın izniyle savaşa girelim de Müminlerin kalplerinin şifasını ve dertlerinin devasını elde edelim.’ deyince büyükler yüzlerini yere koyup Sultan’a “yaşa” dediler ve sözlerini, “Eğer siz cihanın efendisi olan padişahımız yüce gayretinizi oranın fethi için sarf ederseniz, ora demir de olsa devletimizin kullarının elinde muma döner. O halde yarın ya canımızı verelim ya da sevgiliye kavuşma işini gerçekleştirelim." diyerek sürdürdüler. Şiir: ‘Seher vakti padişah uykudan uyanınca güneş kapısının önünde yeri öptü. Bir anda ordu yerinden oynayınca davul gümbürdemeye zurna ötmeye başladı. Dünyayı arşınlayan hayvanların ateşinden denizden göğe toz yükseldi. Şahlar şahı ayağını atının üzengisine koyunca felek dilediğini verdi ve zafer rehberi oldu.’

Sultan Buyurdu...

Ordu Kalenin Etrafını Çepeçevre Sardı...

Ordu kalenin etrafını çepeçevre sardı. Askerlerin attığı ok yağmurundan kale halkı şaşkına döndü. Sultan’ın buyruğu üzerine kalenin etrafına yerleştirilmiş olan 100 ağır mancınıkı çalıştırdılar. Mevsim kış olmasına rağmen hava amber kokuyor, buluttan kâfur yağıyordu. Bu şekilde iki ay geçti. İki aydan sonra Sultan, bir gece her zaman yaptığı gibi nafile namazını kıldıktan sonra büyük bir huşu ve yakarış içinde Yüce Allah’tan kalenin fethini sordu. Aynı gece uyku bastırınca rüyasında güzel yüzlü, melek çehreli bir şahsın kendisine şu sözleri söylediğini gördü: Şiir: ‘Bu sarp kalenin başka bir örneği yoktur. Kimsenin orda savaş yapmaya gücü yoktur. Fakat cihanı Yaratan senin destekçindir. Böyle bir kaleyi almak da ancak senin işindir. Eğer deniz tarafından savaşa girersen, timsah korkudan karaya kaçar. Yine de böyle muazzam bir taht yeri ancak Tanrı’nın desteğiyle alınabilir.’ Sultan bu müjdenin sevinciyle uykudan uyanınca divit isteyerek bu beyitleri bir kâğıt parçasına yazdı. Ertesi gün karanlık ordusu hezimete uğrayıp aydınlık denizi her tarafı kaplayınca devlet beyleri (Ümera-yı devlet) cihan fatihini otağının kapısında (der-i dehliz) hazır oldular. Sultan onlara huzuruna girme izni (bâr) verdi. Rüyasını ve rüyasında kendisine söylenen beyitleri onlara okuyunca herbirinin mutluluk sabahı doğdu. Kalp sahalarında sevinç gülleri ve düşkünlere yüz baş sığır, bin baş koyun ve on bin dirhem gümüş dağıtmalarını buyurdu. Emirlerin ve büyüklerin her biri o konuda Sultan’ı teşvik ettiler.

Sultan Alaaddin'e Bir Müjde Gelir...

Melekut âleminden Sultan’a müjde geldiği gece kale sahibine (diz-huday) de rüyasında gaipten savunma ve karşı koyma konusunda bir ses geldi. Gaflet ve cehalet uykusundan uyanınca ayanını ve itibar sahibi kişilerini çağırarak; ‘Biz Sultan’ın ordusuna dayanamayacağız. Her ne kadar kalemiz ve hisarımız yıldızlarla diz dize, kartallarla yan yana olsa da kaderin yazısından ve hükmünden kurtulmak mümkün değildir. Onun için Tanrı’nın desteğine sahip bir padişahla yabancılığı bırakıp tanışmak gerekir. Çünkü semavi bir güce ve kuvvete karşı koymak akla ve mantığa uygun düşmez.... Benim düşüncem, Sultan’ın hükmü altına girmektedir. O zaman belki cihan padişahının dünyayı süsleyen tahtının uğuruyla yaşlanmış bahtımız yeniden gençleşir ve bu doğru düşünce herkesi yola getirir.’ dedikten sonra güzel konuşan bir habercisini (kasıd), kalbe ve cana kadar değen üzüntü dikenini şefkatli eliyle kötü talihli ayağından çıkarsın ve şahtan işlemediği suçun özürünü dilesin diye daha önce aralarında komşuluk yakınlığı, birbirlerine gidip gelme dostluğu ve mektuplaşma ve selamlaşma ilişkisi bulunan Antalya subaşısı Emir Mübarizeddin Ertokuş’a gönderdi. Haberci Mübarizeddin’in yanıma gelip durumu anlatınca Mübarizeddin, hiç vakit kaybetmeden Sultan’ın huzuruna çıkarak el bağlayıp söze başladı: Şiir: ‘Allah’ın adıyla konuyu şöyle açtı: Ey mavi gökten daha yüksek olan. Felek senin açık bahtının önünde maskara olmuş, dünya senin cihanı yakan kılıcının kulu olmuş. Dünyayı yaratan, her zaman senin bütün arzularını yerine getirmiş. Sen hedefine ulaşmışsın. Senin varlığın o hedefi, İskender rüyasında dahi görememiş. Zafer senin hunhar kılıcınla canlanmış. Dünya senin açık talihinin kulu olmuş.’

Kyr Vart Kolonoros'u (Alanya) Sultan Aladdin'e Teslim Edilmesi İçin İkna Ediliyor

Siz padişahımızın rikabı nereye gidip orada savaşa girerse, zaman sizin hükümlerinize boyun eğer ve dünya emir ve fermanınızın altına girer. Biraz önce Kyr Vart’ın habercisi yanıma geldi. Ve siz sultanımızın onu, ateş saçan heybetinizin dışında tutmanız, sağlıklı günlerini insaf gölgenizin altında almanız ve bu konularda onlarla anlaşma ve sözleşme (ahd ü peyman) yapmanız halinde o, başı göğe değen bu kaleyi size bırakacak. Şiir: ‘Devlet gibi dergâhınızın kulu olalım. O şerefle başımızı aya yükseltelim’ dedi. Bu haber üzerine Sultan’ın alnında sevinç izleri ve mutluluk belirtileri göründü. Cevap olarak ‘Onun isteğini yerine getirmemiz, onun gibilerini dostlarımız ve taraftarlarımız arasına almamız, tatlı dil ve güzel sözle onu evimizin yakınlarından (havas-ı hane) ve sarayımızın koruyucularından (herras-ı asitane) yapmamız gerekir. Şiir: ‘Dünya işlerinde kılıcın ve tatlı dilin iki arkadaş olduğunu biliyor musun? Keskin kılıcın açtığı her yaraya dil merhem olabilir. Mavi gök kubbe kılıçla alınıp kul yapılabilir. Fakat insanları almak ancak tatlı dille mümkün olabilir.’ Emir Mübarizeddin, devlet sahibinden bu hükmü duyduktan sonra ikametgâhını (sera-perde) gitti ve haberciyi çağırdı, dileklerinin kabul gördüğünü söyleyerek sözlerine devam etti: ‘Hiç vakit kaybetmeden Kral Kyr Vart’ın yanına dön ve ona, Gök senin istediğin doğrultusunda arzum istikâmetinde döndü. Padişahın şefkatiyle zamanın dönmesine karşı emniyet ve güven içinde kalacağına inanıyorum. Bundan sonra vefa yolunu tutup, kulluk kemerini bağla. O takdirde zarar verici göğün dönmesinden emniyette kalır, başı yıldızlara değen kaleyi teslim ederken de hüzünlenme ve gamlanma sıranı savarsın. Çünkü dünya görmüş akıllı kimseler, zamanın soğuğunu sıcağını tatmış bilgeler şöyle demişler, akıl elmasıyla hikmet incisini şöyle delmişler. Şiir: ‘Aklın kendisine yardımcı olduğu kimse hiçbir zaman aslanla komşuluk yapamaz. Şahin her ne kadar kuşların şahı olsa da kartalların yanında yuva kurmaz. Her ne kadar gece karganın rengi gibi siyah olsa da güneş doğunca dünyaya lambalık yapar. İkbal ve şans insanın başını dik tutar ve onları başarılı kılar.’

Kyr Vart Devrin Padişahının Hükmüne Uymayı Kendine Meslek Yapsın!

Benim tavsiyem Kyr Vart kafasından endişeyi atsın ve devrin padişahının hükümlerine uymayı kendisine meslek yapsın. Gönlünden kale sevdasını atarak Sultan’ın mübarek gölgesinde sığınak arasın. O takdirde Tanrı’nın gölgesi olan Sultan’ın sonsuz merhameti seni meleklerin güneşi, karaların ve denizlerin seçkini yapar.’ Bu sözleri duyan haberci mutlu ve sevinçli olarak kaleye geri döndü. Olanları başından sonuna kadar anlatınca Kyr Vart kaleyi teslim işine girişti.”[2]

Her Dönemin Yöneticisi Kendini "Tüm Kainatın Sahibi" İlan Etmiş!

Yukarıdaki son metinde de görüldüğü üzere, insanların inanç yapılarının nasıl şekillendiği konusundaki daha önceki yazımda bahsettiğim gibi, önce sanal olarak yarattıkları tanrılara, sonrasında ona bir takım yontularla şekil vererek tapmaya yönelmişler. Daha sonra küçük kabileler kabına sığmayıp daha büyük kentleşme baş göstermeye başlayınca, tanrılar için yapılan mabetlerden ve kentleri yöneten kişilerin kudretlerini artırmak için kendilerini önce yarı, sonra da tam tanrı ilan etmişler. "Kendilerini tüm kâinatın sahibi" zannetmelerine kadar uzayan bir tarihi süreç var. Bu tarihi süreci, nedenlerini, niçinlerini, sonuçlarını ve iktidar olup hükmünü en çok kabul ettirenlerin ellerinde tuttuğu kılıç gibi halkın kendilerine olan bağlılıklarını, etrafa saçtıkları korkunun gücü ve buna paralel olarak artık kaçınılmaz son olan hayranlıkla da harmanlayıp siyasi kimliklerini bu şekilde güçlendirmişler. Bu anlayış babadan oğula geçtikçe, egemenlik hep iki dudak arasında kalmış... Fakat en korkuncu her dudağın sahibinin bir gün volkan gibi patlayıp tüm dünyanın sahibi olmayı hayal etmesiydi…

Silvan Güneş Biyografi Yazarı Alıntı &

Kaynak & Fotoğraf [1] Kur’an-ı Kerim, 52/9-10. [2] İbn Bibi- El-Evâmirü'l-Alâiyye fi'l-umûri'l-Alâiyye, Selçukname II, Tercüme: Mürsel Öztürk. s.265, 266, 267.

11.06.2021