Antalya Müzesi Nasıl Kuruldu?

Merhaba,

Bugünkü yazımda sizlere Antalya Müzesinden bahsetmek istiyorum. Fakat bunu yapabilmem için sizler ilk önce Süleyman Fikri Erten’i anlatmam gerekiyor. Süleyman Fikri Erten, 1826 yılında Avusturya'nın Bosna Vilayeti, Tuzla Sancağı, Brıçka’ya bağlı Rahiç kasabasında doğdu. On yedi kardeşi olan Erten kültürlü bir aileden geliyordu. Babasından kalan raflar dolu kitapları okumaya kalkışan, okuyamayınca da ağlayan Erten’deki okuma aşkı, oldukça derindir. O dönemlerde Bosna’dan İstanbul’a okumak için giden öğrencilere özenmekte ve bu tutkusu bir taraftan devam ederken, kendi kasabasında aldığı tahriri dersleri ile birlikte Hırvatça, Sırpça ve biraz da Almanca öğrenerek kendini yetiştirmeye çalışmaktaydı. Bu fırsatı 1894 yılında yakalayan Erten, İstanbul'a Gazanfer Ağa Medresesine okumaya gitmiş, zor koşullar ve para sıkıntısına rağmen kendi imkânlarıyla dört yıl sürecek olan “Daru’t-tedris” okuluna kaydını yaptırmış, Kur’ân ve Farsça eğitimini bir hayli geliştirmiş, 1898'de Daru’l-muallim'e (Öğretmen Okulu) kaydını yaptırmıştı. 1900 yılında Öğretmen Okulunun ilk kısmını bitirdi.[1] Bolu İèdâdisinde Coğrafya, Geometri, Ziraat ve Resim öğretmeni olarak atandı.

1908 yılında da Antalya İèdâdisi Resim ve Türkçe öğretmenliğine atanan Erten, 1915'ten sonra Antalya Lisesi’nde Farsça ve Türkçe öğretmenliği yaptı. Ardından okulun müdür vekilliği ve Rum Okulu'nun Türkçe öğretmenliği, İmam Hatip Okulu'nun Ruhiyat ve Ahlak öğretmenliğini yürüttü.

28 Mart 1919 tarihi Antalya için çok önemli bir tarihtir. Çünkü tarihte İtalyan birlikleri Antalya’yı yani o zamanki adıyla Adalya’yı işgal ettiler. Adalya adı ise Bergama Kralı II. Attolos’un M.Ö. 158 yılında sınırlarını genişletmek, yeni liman şehirler kurmak amacıyla akıncıların verdiği emirle aranıp bulunan, “Emriniz üzere cenneti bulduk.” diye çam ormanlarının ve Toros gibi heybetli dağlarının, turkuaz gibi ışıl ışıl parlayan denizinin bütünündeki bu doğa harikasını buna uygun bulup yurt edinmesini sağlayan akıncıların ardından, şehre izafeten verilen “Attaleia” isminden türetilmişti. Şöyle ki çok sonralar buraya gelip yerleşecek olan Türkler, “Attaleia”nın adını sırayla önce Stelai, Satalya, Adalya ve en sonunda da Antalya olarak değiştireceklerdi.

İtalyan Arkeoloji Heyetleri I. Dünya Savaşı'nın Öncesinde de Bu Topraklarda Geniş Çaplı Faaliyetlerini Sürdürüyorlardı

Anadolu topraklarında İtalyan arkeoloji heyetlerinin Birinci Dünya Savaşının hemen öncesinde de geniş çaplı faaliyetleri söz konusuydu ve kendilerini Roma İmparatorluğu’nun mirasçısı olarak gördüklerinden, bu topraklar üzerindeki tüm arkeolojik buluntuları kendilerine mal ettiklerinden onlara sahip olmak istiyorlardı. Antalya’da arkeoloji çalışmalarına 19. yüzyılda başladığı bilinen İtalyanların 1913’de Antalya’da bir konsolosluk kurmuş, Konsolos olarak atanan Agosyini Ferrante, bölgedeki eski eserlere sahip çıkmayı kendine görev edinmişti. Eski eserleri inceleyip ortaya çıkarmak gibi girişimlerde bulunan Ferrante aynı zamanda bölgede geniş çapta İtalyan nüfusunun artmasını sağlamış, okullar, sağlık ocakları vb resmi kurumların da açılmasıyla Antalya’ya iyice yerleşmiş, bölgede tek söz sahibi olmuştu. Arkeoloji heyetlerine mensup bilim adamları bölgede İtalyan yayımcılığının öncülüğünü yaparken ülkelerine döndüklerinde de makale ve yayımladıkları kitaplarının yanı sıra konferanslar vermişler, bir taraftan İtalyan kamuoyunu Anadolu konusunda bilgilendirirken diğer taraftan siyasal bakımdan hükümetlerinin politikalarını destekleyen en temel ve akılcı yolu izleyerek kendilerine Anadolu’da haklı bir hak sahipliğine girişmek için dikkatleri üzerlerine çekmişlerdi. O nedenledir ki İtalya’nın Birinci Dünya Savaşına girerken İngiltere ve Fransa ile imzaladığı 26 Nisan 1915 tarihli Londra ve 8 Ağustos 1917 tarihli St. Jean de Maurienne gizli antlaşmalarında, arkeoloji heyetlerinin çalışma sahasını nüfuz bölgesi olarak seçmesi rastlantı değildi.

İtalyanlar Savaşlara Rağmen Osmanlıyla Yaptıkları Gizli Anlaşmalarla Anadolu Topraklarında Araştırmalarını ve Kazılarını Hep Sürdürdüler

Savaşın büyük bir şiddetle başlaması, İtalya’nın birtakım niyet ev girişimlerini sonuçsuz bıraksa da savaşın sona ermesiyle Anadolu’da bıraktıkları işe yeniden başlayan İtalyanlar, gizli anlaşmalarla arkeolojik incelemelerine devam ettiler. Biagio Pace, Roberto Paribeni gibi arkeologlar bir taraftan arkeolojik dönemden kalan eserleri onarırken, diğer taraftan halkı kendi yanlarına çekmek için ülkeleri lehinde propaganda yürüttüler.

İtalyan arkeologlar, kimi çalışmalarını Osmanlı Hükümeti’nin bilgisi dâhilinde yapıyorken; kimi zaman kendi başlarına hareket ederek, ortaya çıkarılan eski eserleri hükümete bilgi verilmeden ülkelerine götürdüler. İşin en vahim tarafı ise Anadolu topraklarına ait bu eserlerin hem kültüründen hem anavatanından kopartılırken onlarca, yüzlerce paha biçilmez bu eserlerin tam bir listesinin olmamasının yanı sıra, insanlık tarihi bakımından da açıklamayı bekleyen birçok alandaki verilerin de bu şekilde yok olup gitmesine sebebiyet vermiş olmasıdır. Her ne kadar işgal sırasında bu topraklarda arkeolojik kazılar yapan arkeologlar, bu topraklardaki medeniyetler hakkında birtakım makaleler, kitaplar yayınlayıp, konferanslar vermiş olsalar da bu işin siyasi, politik ve ekonomik açıdan ele aldığınızda, acaba elde ettiklerinin ne kadarını kamuoyu ile paylaştıkları şüphelidir.

Nitekim Osmanlı Devleti bu duruma tepki gösterip, İtalyanlarla yaptıkları temaslarda çıkarılan eserlerin götürülmesine verilen tepkilere ait yazışmalar işin boyutunu gözler önüne sermiş olsa da İtalyan Hükumeti belli ki bu yazışmaları kale dahi almamıştı! Anadolu’yu işgal ettikleri süre boyunca bu tarihi yağmaya devam ettirdiler. Türkiye’nin bağımsızlık savaşını kazanması üzerine İtalya arkeoloji heyeti faaliyetlerine son vermek zorunda kaldı. Fakat o zamana kadar kimbilir bu topraklara ait ne paha biçilmez ve hâlâ varlığından dahi bir haber olduğumuz eserleri ülkelerine götürmüşlerdi! İtalyanların Antalya'yı işgal edip bölgedeki eski eserleri toplamaya başlamaları üzerine harekete geçerek Antalya'da bir müze kurulmasını sağlayan Erten, 1919 yılında fahrî, Âsâr-ı Atîka (eski eserler) memuru olarak görevlendirilmiş, 1923 yılında müze memurluğuna, 1924 yılında müze müdürlüğüne atanmıştır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmasının ardından her alanda olduğu gibi kültür belgelerinin araştırılması ve müzelerin çağdaş metotlara uygun olarak ele alınması konusunda çalışmalar başlatması ile birlikte eskiçağ dönemlerine ait araştırmaların bilimsel temelleri atıldı. Bu dönemde yabancı uzmanlar tarafından pek çok kazı çalışmaları yapıldı ve bilim damı yetiştirilmek üzere bir takım kurumlar kuruldu.

Atatürk’ün 1930 yılında yaptığı Antalya ziyaretinde, Süleyman Fikri Erten, Antalya Müze Müdürü olarak mihmandarlık etti. Aspendos Tiyatrosu’nu gezdirdi ve Atatürk'ün önünde konuşma yaptı. Ata'nın şerefine Antalya'da verilen akşam yemeğinde bulundu. Onurla yürüttüğü müze müdürlüğünden 1941 yılında emekli olan Erten, arkasında bizlere Antalya tarihini ve kültürünü anlatan birçok önemli belge ve kitap bırakırken 1962 yılında 86 yaşındayken vefat etti.

Antalya Müzesi

“İlk olarak Kaleiçi’nde bulunan Alaaddin Cami’de, daha sonra Yivli Cami’de yer alan Müze 1972 yılında, 30.000 metre kareyi kaplayan bir alanda bugünkü binasına taşındı. Mimari olarak Likya Uygarlığının geniş topraklarına tarihi ve kültürel damgasını vuran lahitleri ilham vermiş, gerçekten de bu mimari anlayış müzeye ziyadesiyle yakışmıştır.

On dört sergi salonu, açık hava galerisi ve bahçeden oluşmakta olan Antalya Müzesinde Antalya Bölgesi’nin sınırları içerisinde yer alan üç antik kültür bölgesi Likya, Pamfilya ve Pisidya’nın önemli bir bölümüne ait heykel ve değişik eserler sergilendiği bir bölge müzesi konumundadır.

Anadolu topraklarının en zengin geçmişe sahip köşelerinden biri olan Antalya bölgesi, insanlık tarihine kesintisiz tanıklık etmiş, arkeolojik zenginlikleriyle eşsiz bir açık hava müzesi ve uluslararası bir kazı merkezi durumundadır. Her yıl pek çok ülkeden bilimsel kazılar yapmak üzere gelen bilim adamları için eşsiz bir çalışma alanı olan Antalya’da halen çok sayıda kurtarma kazısı ve örenyeri çevre düzenleme çalışmaları Antalya Müzesi’nce yapılmaktadır.

Antalya Müzesi’nde yer alan koleksiyondaki eserlerin büyük bölümü bölgede yapılan kazılardan elde edilmiştir. Müze de etnoğrafik alanda yapılmış bölgeye ait eserler de konunun uzmanları tarafından derlenmiştir. Salonlarda, Antalya topraklarının yer alan ve ilk insanla başlayan meşhur Karain Mağarasından çıkartılmış eserlerden günümüze kadar kesintisiz olarak süren binlerce yıllık geçmişi yansıtan, kronolojik ve yer yer konularına göre sergilenen eserler görülebilir. Özellikle Perge’de bulunan Roma Dönemi heykeltıraşlık eserleriyle ve son yıllarda müze kurtarma kazılarından ortaya çıkan ilginç ve ünik buluntularıyla Antalya Müzesi dünyanın en önemli müzeleri arasında sayılabilmektedir. Müze 1988 yılında “Avrupa Konseyi Yılın Müzesi” ödülüne layık görülmüştür.”[2]

 

Antalya Müzesi her ne kadar en çok ziyaretçi alan müzemiz olsa da özellikle eğitim ve öğretim ayağındaki çocuklarımızın Antalya Müzesi’ni gezmesi, bölgenin tarihini yaşına uygun anlatımlarla öğrenebileceği yayımlarla buluşması, tarih ve arkeoloji bilincinin gelecek nesillere aktarılması bakımından önemlidir. Bu konuda sarf edilen temennilerin sözde kalmaması dileğiyle…

Silvan Güneş

Biyografi Yazarı

Alıntı & Kaynak & Fotoğraflar:

[1] Seyirci Musa, Antalya Müzesi Kurucusu Süleyman Fikri Erten Armağanı, (Antalya: 1994) s. 6

[2] Kaynakça:"Antalya Müzesi", Dünden Bugüne Antalya II. Cilt, Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, 2012, Antalya, s.183

14.06.2021