Antalya’nın Giritlileri ve Tarihi

Giritli der ve duyarız ama belki Girit Adası’ndan gelen Müslümanlar diye bildiğimiz soydaşlar gelir ilk etapta aklımıza. Ama neden gelmişler, nasıl gelmişler, neler çekmişler, pek bilinmez. Anımsayacak olursak, onlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarında Yunanistan ile yapılan "Mübadele Anlaşması" ile Türkiye’nin değişik bölgelerine yerleştirilmiş soydaşlardır. Neredeyse 100 yıl önceki koşullarda gelişen zorunlu göç süreci, inanılmayacak kadar düşündüren nice insan yazgısıyla dolu. Acıların, dinmeyen bir özlemin süreci olduğu kadar geldikleri yerde farklılıklarıyla bir arada yaşamanın resmidir aynı zamanda. Bu sebeple Giritli mübadillerin tarihini bilmek yakın tarihimizdeki olayları bilmek demektir biraz da; Osmanlı’nın çöküşünü, azınlıkların ayaklanmasını, Avrupa’nın Osmanlı’ya karşı tutumlarını anlamak demektir.

Girit Tarihçesi

Girit insanlık tarihi için önemli bir yere sahiptir. Üzerinde pek çok medeniyet yaşamıştır.  Adanın İslamiyetle tanışması ilk olarak Emeviler döneminde olmuştur. Adanın tamamı Abbasi halifelerinden Me’mun devrinde fethedilmiştir.  Müslümanların hâkimiyetinde bir buçuk asır kaldıktan sonra tekrar Bizans’ın eline geçen Girit’in, takvimler 1669 yılını gösterdiğinde yeniden Osmanlı tarafından fethinin tamamlanmasıyla Doğu Akdeniz egemenliği Türklerin eline geçiyordu. Ada alınır alınmaz Türkmenler buraya getirildiler. Hanya, Resmo ve Kandiye başta olmak üzere adanın çeşitli bölgelerine yerleştirildiler. Bu 250 yıl sürecek maceranın başlaması anlamına geliyordu. Ada üzerindeki Rum ve Türk toplumları 18.yy’ın sonlarına kadar barış içerisinde yaşadılar. 1768-1770 huzursuzlukların su yüzüne çıktığı yıllardır. Bu tarihlerde başlayan ayaklanmalar bir süre sonra sistemli hale dönüşmüştür. 1821 Mora ayaklanması mübadele sürecinin fitilini ateşleyen ayaklanma olmuştur. Öte yandan 1878 Berlin Antlaşması Girit Adası’nın dönüm noktalarından biridir. Antlaşmada Giritle ilgili bir madde ile Osmanlı Devleti bir ıslahat yapmak durumunda kaldı. Dolayısıyla 1900’lerin başlarındaki ayrılıkçı ve milliyetçi hareketler Osmanlı hakimiyetindeki Girit adasında da karşılığını bulmuş ve Adada da isyan hareketlerini tetiklemiştir. Osmanlı Devleti Balkan Savaşları’ndan sonra imzalanan Londra Barış Antlaşması ile Girit adası üzerindeki egemenlik haklarından vazgeçmiştir. 14 Aralık 1913 tarihinde ise Yunanlılar Girit adasının ilhakını dünyaya ilan etmişlerdir.  Adada kalan Giritli Müslümanlar ise 1924 yılındaki mübadele ile büyük ölçüde Türkiye’ye göç etmişlerdir.  Kendilerine özgü kültürlerini günümüze kadar yaşatmayı başaran Girit Türkleri’nin, başta Antalya Side olmak üzere Çatalca, Tekirdağ, Marmara ve Adalar denizi, Antalya, Niğde, Karaman, Konya, Samsun, Amasya, Adana, Tokat ve Malatya illerine yerleştirmeleri kararlaştırılmıştır. Türkiye’ye göç edenlerin bir kısmı Antalya’ya yerleşmişlerdir. Antalya’da üç yıl bir göçmen kampında kalan Giritliler daha sonra Ahmediye, Selimiye, Mecidiye ve Kadriye köylerine yerleştirilmişlerdir. Bu köylerden Selimiye Side’dedir. Yarım adadaki Antik tiyatronun güneyine 68 adet ev inşa edilerek gelen aileler bu evlere yerleşmiştir. Ancak Side’ye ilk gelen göçmenler çok büyük zorluklarla karşılaşmışlardır. Çünkü yolun bile olmadığı bu bölgede küçük patikalardan evlerine ulaşmaya çalışan Girit halkı büyük bir yoksulluk ve yoksunluk yaşamışlardır. Bölgenin hinterlandındaki bütün topraklar o zaman ki feodal idare olan Tugayoğullarına ait olduğu için uzun yıllar hiç toprakları olamayan Giritlileri Tugayoğulları beyi adeta köle gibi çalıştırmıştır. Hatta ilk gelen kafiledeki çocukların bir kısmı o dönem liman bataklık halinde olduğu için sıtma hastalığı nedeniyle ölmüştür.  Giritliler için göç sürecinin görünür ilk sonucu mutlak bir yoksulluktu. Gerçekten de birçok aile çok güç şartlar altında yolculuğu çıktıkları ve kısa bir süre sonra adaya döneceklerine inandıkları için sahip oldukları birçok şeyi geride bırakmış, beraberlerinde çok az şey getirebilmişti. Üstelik göçmenlerin kente gelmeye başladığı tarihten kısa bir süre önce çıkan Antalya Kaleiçi yangını koşulları daha da güçleştirmişti. Yangın Antalya’da yüzlerce evi yok etmiş, yüzlerce insanın ise yıllarca sokak aralarında yaşamasına neden olmuştur. Kentin içinde bulunduğu bu koşullar göçmenlerin hayat şartlarını daha da zorlaştırıyordu. Kitlesel göçün neden olduğu yoksulluğun günümüze ulaşan birçok kanıtı vardır. Bunlar içinde en çarpıcı olanı ise Antalya mahkeme kayıtlarının tanıklık yaptığı çocuk icarlarıdır. Göç sürecinin hemen akabinde şer’i mahkeme huzuruna çıkarak çaresizlik içinde olduğunu ikrar eden birçok göçmen, çocuklarını, hiçbir süre belirtmeksizin hizmet için varlıklı hanelere icar etmiştir. Sicillerde tesadüf edilen bu sözleşmeler, kesinlikle, göç koşullarının neden olduğu yoksullukla ilişkilidir.

Giritli Türklerde Aile ve Kültür

Anaerkil bir toplumun izlerini taşıyan Giritlilerde ailede kadınların sözü daha çok geçer. Özellikle yaşlı kadınların otoritesi, tüm aile üzerinde etkilidir. Zor ekonomik koşullar, zorlu yaşam şartlarının karşısında zamanla kendilerine has dilleri, kültürleri, yemekleri ve anlayışlarıyla Anadolu’ya yayılan Giritliler yapılı fiziksel özellikleriyle de dikkat çeker. O kadar ki kadını da erkeği de yıkılmaz bir anıt gibi görünürler. Öte yandan dik başlılıkları, inatçı kişilikleriyle bilinen Giritliler, Yunanistan’ın diğer adalarından gelenlerden farklı olmuştur hep. İşte Türkiyeli Rumlarla yer değiştiren Giritli Türkler yerleştirildikleri yerleri zamanla yurt edinen Giritliler bitkilerle olan aşki bağ dolayısıyla mutfaklarında da harikalar yaratmışlar ve özellikle Ege ile Antalya-Side’de Girit mutfağını popüler hale getirmişlerdir.  Giritlilerin otlarla domine edilmiş mutfağı o kadar meşhurdur ki bu durum çeşitli söylencelere, dost meclislerindeki sohbetlere bile konu olmuştur. Gazeteci A.Nedim Atilla’nın , “Tarihten Günümüze Türk Mutfağı” adlı kitabındaki anekdot bize bitkilerin Giritlilerin mutfağındaki etkisini çok keyifli bir biçimde aktarır. Atilla kitabında, yöre mutfağında Girit etkisini şöyle anlatıyor:” Giritli bir dostuma bir gün yanılıp da sormuştum. ‘Kaç çeşit ot yersiniz?’ diye.  Keçinin yediği her otu biz de yeriz, keçiye dokunmuyorsa bize de dokunmaz.’ demişti.” Bu kısa anekdot Giritli mutfağının Türk mutfağıyla sentezlenmiş tadına doyulmaz lezzetlerinin sırlarını gayet iyi açıklıyor. Tüm bu tarihsel süreçler, Ege’nin iki kıyısında mübadeleyi yaşamış insan topluluklarının “memleket” hasretini yaşamasına engel olamamıştır.  Doğduğu toplumdan ve topraklardan edilme deneyimi, her iki taraf için de ortak bir unsur olarak karşımıza çıkmaktadır. Sonuç olarak günümüzde ikinci ve üçüncü kuşakların, kökenlerine olan ilgisi giderek artmakta ve bu da Türkiye’de yapılan tarihsel ve sosyolojik çalışmalara yansımaktadır. Buna örnek olarak 1999’da fikir olarak gelişen Lozan Mübadilleri Vakfı 2000 yılında kurulup, 2002 yılında resmiyet kazanmıştır. Ve aynı yıl ata topraklarına doğru seferler düzenlemeye başlamış ev böylelikle hem resmi tarihin anlatıları hem de ninelerden dedelerden dinleyerek oluşturulan sözlü tarihle ilk kez ete kemiğe bürünmüştür. Efsaneler kadar uzaklarda kalmış masalsı köyler, kasabalar artık gerçekliğe bürünmeye başlamıştı. Türkiye’deki göç ve mübadillik üzerine yapılan çalışmaların bir diğer somut bir örneği de Manavgat Belediyesi’nce Side’de açılan Giritliler Side Kent Müzesi’dir. 2016 yılında hizmete açılan müze, binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan, birçok medeniyetinden durağı olmuş Side’nin tarihine önemli bir katkıda bulunan Giritlilerin anılarını ve kültürünü yaşatmak adına aynı dönem zorla yer değiştirilen ve şimdiki Side olan Selimiye köyünde zamanla sayıları artan Giritliler için, Giritliler Side Kent Müzesi, kendisini ziyaret edenleri geçmişte yolculuğa çıkarıyor. 1600 yıllardan mübadele yıllarına ve oradan da günümüze değil mübadele /göç her iki taraf için bir travma ve adaptasyon süreciydi.  Ancak Giritli Türklere kulak verdiğimizde anavatanlarına gelmek uzunca bir dönem fakirlik ve zorluk çekilse bile huzura, güvene kavuşmaktı. Öyle ki genç Cumhuriyet evlatlarını bağrına basmıştı ve kültürlerinden yararlandı.  Bu yeniden köklerine dönme hareketi, içinde yer yer acı ve üzüntü barındırsa da bir süre sonra Türk milletinin bir ferdi olarak mutluluğu ve gönül bağını kurmuştur.

07.07.2021