Aspendos Antik Kenti’nin Tüm Zenginliklerini Roma Valileri Soyup Roma’ya Götürdü

Aspendos Antik Kenti:

Anadolu kimin eline geçti de yağmalanmadı ki? Anadolu’nun her bir köşesinde bugün harap halinde olan antik kentlerimizi, sadece depremler mi yıktı? Bugün halen yıkık dökük ve de terk edilmiş, harabe olarak anılan bu kentler sizce hangi yüzyılda daha iyi anlaşılmalıydı? Bugünkü yazım bunu kapsıyor. Çünkü sizlerle buluşturduğum birçok Likya kentlerinin hepsinin başına gelmiş, insanın canını bugün dahi acıtan bir meseledir bu yağmacılık. Zannedersem bu yağmaların en alalarını da Anadolu topraklarına sahip olan Romalı yöneticiler tarafından yapılmış. Likya Uygarlıkları ise bu yağmalardan oldukça çok nasibini almış. İşte onlardan bir tanesi de Aspendos Antik Kenti.

Aspendos Antik Kenti'nin Tüm Eserlerini Roma Valileri Soyup Roma'ya Götürdü

Aspendos Antik Kenti; Side ve Perge gibi bir Pamfilya kentidir. Deniz kıyısında olmadığı için korsanların saldırılarına uzak olsa da gemilerin yol alabildiği Euymedon Irmağı nedeniyle kıyı kentlerinin olanaklarına sahipti. Roma egemenliği sırasında zengin bir ticaret merkezi oldu, ancak, Roma valileri kentin tüm zenginliklerini soymaya başladılar.

Aspendos Antik Kenti'nin Roma Valilerince Soyulmasına Cicero İsyan Etti

Bunlardan Verres kentte bir tane dahi sanat yapıtı bırakmadı. Romalı devlet adamı Cicero bu soygunu Roma Senatosu’na şöyle şikâyet etti. “Aspendos, Pamfilya’nın eski bir tarihe sahip ve birbirinden güzel heykellerle dolu ünlü bir kentidir. Bu kentten bu ya da şu biçimde bir tane heykelin uzaklaştırıldığını iddia etmiyorum. Benim şikâyetim, Verres’in tek bir heykel dahi bırakmamış olması üzerinedir.”(*) görüldüğü gibi Aspendos’un tüm zenginlikleri henüz o tarihlerde Roma’ya götürülmüştür. Bu eserlerin mutlaka bir çoğu günümüze kadar gelmiştir. Şu an kimbilir hangi müzede ana yurdu olan Aspendos’a ait bir sanat eseri olduğu dahi bilinmeden, sanki Roma taş ustaları tarafından yontulmuş bir Roma şaheseri gibi sergilenmektedir.

Anadolu'daki Soygunlar Sadece Aspendos Antik Kenti İle Sınırlı Kalmamıştır

Tabii ki bu soygunları sadece Aspendos ile sınırlandırmamak gerekir, diğer sahip oldukları tüm adalarda ve topraklarda aynı işe zevkle yapan valilerini; “Romanın denizaşırı topraklarda sürekli genişlemesi, rüşvet yemenin ve zorla haraç toplamanın her türlü yaygınlaşmasını sağlayan”[1] bir dönem yarattı, gerisinde ise mutsuz binlerce insan, hayata küsmüş pek çok toprak sahibi ve insanlar, işte tarih bunları da yazmalıydı… Bizlerin bu heykeltıraşlık konusunda bilgilenmemiz gereken bir diğer unsur ise, o dönemlerde en iyi mermerin Anadolu kıyılarında çıkıyor olması, en iyi taş ustalarının Anadolu'da yetişmiş olmasıdır. Akdeniz Bölgesi’nde genellikle maden olarak kireçtaşı çıkartılmaktaydı. Kreçtaşı ile yapılan bu heykellerin birçoğu zaman içinde aşınıp yok olmuş ya da çabuk kırılan bir malzeme olduğu için muhtemelen kendi döneminde de kolay tahrip olmaları sonucu günümüze kadar gelmediler... Hristiyanlıktan önce bu toprakların insanları pagan dinine inanırlardı. Bu insanları ibadetlerini tapınaklarda düzenledikleri ritüelleri eşliğinde yaparken, Hristiyanlık bu insanların üstüne bir baskı unsuru oluşturmuş ve din savaşları başlamıştır. Dinin insanlar üstündeki baskısı nice dramatik olaylara neden olmuştur. Yeni din olan Hristiyanlığın yayılmasıyla, pagan inancına inanan halklar, bir şekilde baskıyla ya da izlenen politikayla ikna edilmişler, tapınaklarını kiliseye dönüştürülmüştür.

Hristiyanlar Paganizmin İzini Silmek İstediler Tapınakları Kilise Yaptılar Heykelleri Kırdılar

Hristiyanlar paganizmin tüm etkilerini silmek için onların tüm heykelleri kırıp ya da topraklara gömüp, tapınakları yağmalamışlardır. Bizanslı din adamları; bu dönemlerde kireç taşından yapılan heykelleri kireç ocaklarında yakarak kireç yapmışlardır. Bu olayların yaşandığını ortaya koyan belge değeri taşıyan yerlerden biri de bugün UNECO Dünya Miras Listesinde yer alan Pamukkale'deki Hierapolis Antik Kenti'nde Plutonium Mağarası'ndaki kazılarda çıkartılan Afrodit heykel başıdır.[2] 

Anadolu'da Simya - Avrupa'yı Her Bakımdan Besleyen Anadolu'yu ve Boya Üreticiliğini Konuşmalıyız

Sadece heykeller değil, o heykelleri güzelleştiren boyalar da Anadolu’dan Avrupa’ya gitmiş... Avrupa’da düne dair ne varsa o gördüklerinizin çoğu Anadolu’ya aittir. Yani tarihler boyu Anadolu, Avrupa'yı sürekli beslemiştir. Örnek verecek olursak, “Demirhidroksit ile montmorillonitin karışımından oluşan ve Bolus tabir edilen çok kıymetli bir boya Orta Çağ boyunca Anadolu’dan götürülüp Paris’te öğütülerek ahşap heykellerin yaldız altı kırmızı astarı olarak asırlarca kullanılmıştır. Yine Anadolu’dan getirilen ve Snopia adı verilen kırmızı bir boya, Rembrand’ın tablolarında kullanılmış ve çok aranılan bir boya olmuştur. Bolus halen jips ve kireç ile karıştırılarak sulu boya üretiminde kullanılmaktadır. Mineral boyaları dünyanın hemen her tarafında olmakla beraber” bugün için artık listede adlarını da okuyabileceğimiz şekilde, “en önemli yataklar ABD, Fransa, İtalya, Türkiye, İspanya ve İran’da bulunmaktadır. Kuzey Kıbrıs’ta da daha önceleri önemli ölçüde işletilip ihraç edilen bir boya toprağı mevcuttur. Kırmızı-kahverengi bu toprak demir ve mangan oksitleri ihtiva eden bir bentonit bileşimindedir.”[3]

Topraktan Boya Üreten Anadolu Medeniyetleri

Kaç bin yıldır topraktan boya yapan Anadolu kadını, kendine kıyafet için ürettiği kumaşlardan tutun da ev tekstiline, evinin duvarındaki resimlere, kap kacağın üstüne kadar hep bu boyaları kullanmıştır. Bu geleneğin en güzel örneklerini Anadolu’nun neresine giderseniz gidin halen görebilirsiniz. O yüzden topraktan boya yapan bu simyacı ruhlu halkın DNA’larına işlemiş kültür, günümüzde de mutlaka kendine hayat bulacak alanlarla buluşmalı, buluşturulmalı ve bunun için gerekirse bir mücadele verilmelidir.

 Kıbrıs’da üretilen kımızı-kahverengi renklerini duyunca sizin aklınıza ne geliyor bilmem, ama benim aklıma ilk gelen şey, Girit Adası’ndaki Knossos Sarayı’nın sütunları aklıma gelmektedir. Zaten buranın ilk halkları Anadolu’dan Girit Adası’na gelmişler ve burada buğday ve hayvan yetiştiriciliği yapıp tarım yapmışlar, aynı zamanda Mısırlılarla yapılan deniz ticareti sonucunda adayı bir medeniyet abidesi haline getirmişlerdir.

"Minos" Diye Bir Uygarlık Yoktur "Minos" Diye Bir Efsane Vardır!

Knossos Sarayı ve adada kazılarda çıkartılan her bir unsurun sahiğp olduğu medeniyetin gerçek ismine rastlanamayınca, Girit adasının efsanelerinden olan Minos efsanesine mal ediliyor. Burada kazı çalışmalarında her bir unsur gerçekten değerlendirilmiş midir? Bunların hepsinin yeniden değerlendirilmesi gerekmez mi? Bunlar hep düşündüğüm sorular. İngiliz arkeologların buradaki yerli halkı Anadolu halklarının bir uzantısı olduğunu tespit etmelerine rağmen bu adresi vermek istememişlerdir. Bunun yerine bu medeniyeti Yunan halklarına bağlayıp, buradaki medeniyetin bir devamı olarak adlandıracakları Miken Uygarlığı üzerinden bugün hafızalarınıza kazılan muhteşem Yunan uygarlığına kadar meseleyi getirerek, tarihi aslında tam da bu noktasında koparmışlardır. Arkeologlar ve tarihçiler bir bölgeyi savaşlarla bir şekilde  ele geçiren kralların, güçlerin sanki orada daha önce yaşayan bir halk yokmuşçasına, var olan kültürü, eseri hemen o gücün sahibi yapıyor! Her şeyi onlara mal ediyorlar! Bizans ve Roma İmparatorluklarının Anadolu'yu ele geçirdikten sonra, Anadolu’daki ezeli yerli halkların kültürlerinin hem yağmacıları olmuş hem de bu topraklara köklü olarak yaptıkları kurumlar, tapınak ya da sonra dönemsel olarak el değiştiren kiliseler, yollar vb. ne varsa hepsini kendilerine mal etmişlerdir. Tarih kitaplarının hepsi bu manipülasyonlarla dolu...

Bir Bölge Savaşla Ele Geçirilse Dahi Tüm Kültür Sanat Güce Mâl edilebilir mi?

Her ne şekilde olursa olsun, bir toprak parçasına sahip olmakla oradaki tüm maddi-manevi değerlerine ve o kültürünün tamamına sahip olduğu anlamına gelmez/gelmemelidir. Antik kentlerin tarihlerini okuduğunuzda, bunların tamamının yabancı tarihçi ve arkeolog tarafından alındığını görüyoruz. Haliyle bu tür araştırma, derleme ve belgeleme konusunda yabancı bilim adamları yapıp kaleme aldıklarından, bizler de tamamen onların bakış açılarını ve yorumlarını sorgulamadan doğru kabul etmişiz! Bugün bu tarih, arkeoloji ve ilgili alanlarında yetişen pek çok öğrenci ve bilim adamlarımız var. Tarihçilerimiz yeni araştırma, kazı çalışmaları ve ortaya koydukları bildirilerle tarihi aydınlatmak, eki söylenmiş üstüne yeni şeyler söyleyebilmeliler ki, bizler de daha önce yanlı bir şekilde kaleme alınmış, sürekli belli topluluklara mal edilmeye çalışılan tarihin gerçekler ortaya çıkmalıdır. Tarihe her zaman eleştirel bir gözle bakmak, savlarını ortaya koymak gerekir. Elbette bunu yapabilen arkeologlarımız da vardır, fakat bunların sayısı çok azdır. Aspendos Antik Kenti değil sadece soyulan. Anadolu toprakları her zaman ve her dönem yağmalanmıştır. Bugün halen genç nesillere kazandıramadığımız bu tarihi bilinçle hangi yarınlara gitmeye çalıştığımızı hedefliyoruz, bunu da bilemiyorum, ama bildiğim bir şey varsa, tahmininizin de üstünde çok değerli topraklara sahip olduğumuzdur.

Silvan Güneş Biyografi Yazarı

Aspendos Antik Kenti'ni Gezelim

https://www.youtube.com/watch?v=qmhS_Qteh-Y

Alıntı & Kaynak ve Fotoğraflar

(*)  Yurt Ansiklopedisi, s. 771, 772 [1] Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma, Antik Akdeniz Uygarlıkları, ISBN, 987-975-298-078-5, Dost Kitapevi Yayınları, Temmuz 2013, Ankara, S. 406. [2] https://www.arkitera.com/haber/denizlide-afrodit-heykel-basi-bulundu/ [3] Sekizinci Beş Yıllık kalkınma Planı, DPT: 2615, ÖİK: 625, Madencilik Özel İhtisas Raporu, Endstriyel Ham Maddeler Alt Komisyonu Yapı Malzemeleri (Alçı-Kireç-Kum-Çakıl-Mıcır-Boya Toprakları-Tuğla-Kiremit)   Çalışma Gurubu Raporu),  “Boya Toprakları” S 81.

11.06.2021