Hagios Georgios ya da Agios Georgios (Yun: Άγιος Γεώργιος) ismi ülkemizde “Aya Yorgi” olarak okunduğundan, Hagios Georhios’un adının geçtiği her kilise yine ülkemizde okunduğu gibi yazılmaktadır; o nedenle Hagios Georhios ismi ve yazımına yabancıyızdır. Hagios/agios Yunanca “aziz” anlamına gelmektedir. Şahsi düşüncem odur ki “Hagios” kelimesi çok sonraları İslamiyet’in yayılmasıyla “hacı” kelimesine evrilmiş bir kelime olarak karşımıza çıkmış ve beraberinde de inananların yerine getirmesi düşünülen bir takım görevlerin karşılığında bu kişilere atfedilen bir paye olarak verilmiştir. Şöyle ki; Hristiyanlar Kudüs’ü, Efes’i ya da bir başka kutsal yeri ziyaret etmiş olan Hristiyanlara “hacı” demişlerdir.
Buradan hareketle, Müslümanlar da aynı şekilde tıpkı Hristiyanlarda olduğu gibi din buyruklarını yerine getirmek için Mekke’ye giderek ziyaret etmişler ve bu ziyaretleri gerçekleştirdiklerinde kendileri gibi inananlarca “hacı” sıfatıyla anılmışlardır. Hagios Georgios’un “Aya Yorgi”nin yanı sıra Saint George / Aziz George (St George) olarak kısa bir yazılışı daha vardır ve tüm bu isimlendirmelerin hepsi aynı kapıya çıksa da aynı kişiyi anış çeşitliliğinin nedenlerini farklı coğrafyalar ve kabilelerden aramak gerekir. Peki, tüm Hristiyan âleminde önemli bir isimi olan ve koruyucu aziz olarak kabul edilen Aziz Georgios’un neden bu kadar etkili bir isimdir ve ismi nerelerde geçmektedir? Gelin isterseniz önce bu sorulara bir cevap verelim...
Batı Şeria’nın Hadr kasabasındaki Filistinli kilisesinin üstünde dalgalanan bayrakta haçlılar zamanından beri beyaz üstüne kırmızı haç işareti Aziz Cırc’u (George), yani Aya Yorgi’yi simgeler. Aynı şekilde İngilizlerin de koruyucu azizi olan Aya Yorgi, İngiltere bayrağında da kullanılan bu beyaz üstüne kırmızı haç işareti ile temsil edildiği gibi azizi koruyucu olarak kabul eden başka ülkelerin bayrağında da durum aynıdır. Bayrağında Aya Yorgi’yi temsil eden diğer ülkelerden de örnekler verecek olursak; Avustralya, Gürcistan, İzlanda, Tonga Krallığı, İsviçre, Malta, Tuvalu gibi ülkeleri sayabiliriz. Aya Yorgi’nin Hristiyan âleminde bu kadar çok simgelenmesinin sebebi Hristiyanlığın yayılmaya başlandığı erken dönemde kendisinin “Erken Dönem Hristiyan Şehidi” olmasıdır. Özellikle Filistinliler Aya Yorgi’nin kutsal şehit olması ile birlikte kutsal topraklardaki Hristiyanların idamına da karşı çıkan yerel kişi olarak kabul etmektedirler.
Kudüs’teki Yunan Rum Ortodoks Patrikliği’nden Sebastia Başpiskoposu Batı haber kaynaklarından genellikle Arapça ve Yunanca’da “Tanrının armağanı” anlamına gelen Atallah Hanna, “Aya Yorgi’yi İnancı için fedakârlıkta bulunarak şeytanı alt etmeyi başardı. Aziz Corc'u burada yaşayan insanların koruyucusu olarak kabul ediyoruz ve o tarihi Filistin'de doğduğundan, bizi ve bu kutsal toprağı hatırlaması için ona dua ediyoruz. Hristiyan inanç ve değerlerini savunarak inancı için ölen büyük bir şehit olduğuna inanıyoruz.” diyerek, Aya Yorgi’nin Hristiyan âlemi için ne kadar çok değeri temsil eden güçlü bir simge olduğunu anlamamıza da yardımcı oluyor.
Aya Yorgi; Kutsal topraklarda doğmuş bir seçilmiş. Hristiyanlığın erken döneminde yayılmasına sağlayan bir aziz, birçok özel mucizeleri olan ve adının geçtiği her yeri koruyan bir ermiş, Kutsal Topraklar'daki Hristiyanların idamına karşı çıkan yerel bir kahraman, tüm mülkünden vazgeçip dinine bağlı kaldığı için hapsedilip işkence görmüş ve sonucunda idam edilerek Hristiyan şehidi kabul edilen bir ilahi varlık olarak kabul edilmektedir. İşte Hristiyanlığın yayılması sırasında İsa’ya inananların Hristiyanlığı yaymak için Pagan inancında olanlara karşı kendilerini korumak, inançlarını yaymak için sürekli yer altı şehirleri yapmaları ve buralarda saklanmaları bundandır. Anadolu’nun birçok yeri bu dönemde yeraltı şehirleri, gizli yerleşim yerleri ve mabetleri, gizli ibadetlerle birlikte Hristiyanlığın yayılması ve daha çok inanan yaratmak için emek verilmiş, bu amaca hizmet etmiş tarihi mekânlar ve buna hizmet etmiş kutsal isimlerle doludur.
Aya Yorgi’nin hayatına bakacak olursak, MS 3. Yüzyılda, 20 Kasım 284 ile 1 Mayıs 305 tarihleri arasında Roma İmparatoru Gaius Aurelius Valerius Diocletianus zamanında Roma askeri olarak görev yapmıştır. Bir zamanlar Filistin’de Beytüllahim yakınındaki Hadr kasabasında annesinin ailesinin yaşadığı ve burada malı olduğuna, annesinin de bugün İsrail sınırları içerisinde yer alan Lydda (Lod) kentli bir Filistinli olduğuna inanılmaktadır. Babasının izleri ise modern Türkiye’deki Kapadokya’ya kadar sürmektedir.
Batı Şeria ve İsrail’de, Hadr, Lhdda (Lod) ve Celile gibi şehirlerde Saint George adını taşıyan ve daha adına yapılmış birçok kilise olan önemli bir dini simgedir. Hristiyanlığı savunurken işkence edilerek öldürülen Aziz Georgios Hristiyanlara göre “Lod” şehrinde, Müslümanlara göre ise “Musul”da gömülüdür. O nedenle George ismi Filistin’de en yaygın isimlerden biridir. Bu ismin diğer biçimleri ise Arapça “yeşil adam” anlamına gelen “Hızır” ya da “Hıdır” ile “Circis” (İlyas) olarak Müslüman Arapların koyduğu en yaygın isimlerdendir.
Hristiyanlar başlarına bir kaza geldiğinde ya da bir iyilik dilediklerinde Aziz Circis (Georjios) derken, Müslümanlar da “Ya Hızır” diye dua eder, kendilerine yardıma çağırırlar, fakat Müslümanlar “Hızır” inancını Kuran-ı Kerim ve Hadis-i Şerif’in açıklamaları ışığında Allah’ın bazı özel hikmet ve ilim verdiği biri olarak görürler. O nedenle İslam dünyasındaki betimlenişi ile Hristiyan dünyasındaki betimlenişi aynı değildir. Hristiyan dünyasında efsaneye uygun olarak beyaz bir atın üstünde kırmızı pelerinli bir Roma askeri olarak betimlenirken –ki haç simgesi olan ülkelerin bayrakları da böyledir-, İslam dünyasında uzun giysili, uzun sakallı, elinde asası olan bir zat olarak, güçsüzlerin, fakirlerin, kimsesizlerin, çaresiz kalanların imdadına yetişen bir derviş olarak betimlenmiştir.
Elbette bu betimlemelerde tarihi, coğrafi, kültürel, sosyolojik farklılıklar etki edecektir. Tevrat, Zebur ve İncil’de farklı isimlerle anılmış, Kur-an’da ise Kehf Suresi’nin 65. Ayetinde genç Musa’nın tanrı tarafından yol gösterici olarak gösterildiği anlatılan bilge kişinin Hızır olduğu düşüncesi yaygın olsa da, son zamanlarda “Hızır Aleyhisselam” üzerine araştırmalar yapanların bu kişinin aynı zamanda Hristiyan inancındaki “Aya Yorgi” ile aynı kişi olduğunu öğrenmeleri sonucu, sırf bu buluşmadan hoşlanmadıkları için ayette kast edilen kişinin “Hızır” olmadığı yönünde farklı görüşler oraya atılmaya başlanmıştır.
Fakat genel ortak bir düşünce olarak bir aziz, nebi yahut mümin olarak düşünülen Aya Yorgi, Müslümanlara göre İbrahim peygamber, İranlı mitolojik Kral Feridun, MÖ 1450-1195 yıllarında bir ticaret kenti olan Suriye’de Lazkiye yakınlarında Akdeniz’e kıyısı bulunan antik bir kent olan Ugarit’in “Kotar ve Kasis”[1] adlı tanrısı, Makedonyalı Büyük İskender veya Türk Mitolojisinin Hızır ile İlyasîdır. Ölmüş balığın dirilmesi, iki deniz veya nehrin birleştiği yer, gizli bilgilerin sahibi, ölümsüzlüğün sırrına ulaşmış karakterleriyle bir Lokman Hekim sıfatını dahi üstünde taşıyabilmektedir. Fakat çok çok daha gerilere gidilecek olursa Hızır’ın Sümer dönemlerinde Gılgamış destanlarında geçen “Hasısatra” adlı benzer bir karakterlerle de benzerlikler gösteriyor olması, bu işin yukarıda da bahsettiğim üzere izleri takip ederseniz, nerelerden kopup nasıl bugünlere kadar evrilerek geldiği çok net anlayacak, her seferinde yeni bir isim, ama aynı misyonlarla yoluna devam ederken bugünleri de görmesi tarihin tekrar edişine olsa olsa tanıklık edecektir. Farklı mitoloji, kültür ve coğrafyalarda senkretik bir kişilik olarak karşımıza çıkan “Hızır” Mahmut Erol Kılıç İdris’a göre; “İlyas ve Hızır'ın bir ve aynı kişiliğin değişik zaman ve mekânlarda aldıkları farklı isimlerden ibaret olduğu, bu kültürün eski Mısırda Thoth, İbranilerde "Enoch" veya Yunanlardaki Hermes kültü ile özdeş oldukları düşüncesini dile getirir.”[2] Avrupalı araştırmacılar “Aya Yorgi” hikâyelerinin “Hızır” efsaneleri ile aynı şeyler olduğunu ortaya koymuşlardır.[3]
İnsan okudukça, araştırdıkça, düşündükçe o büyük bir aşkla inandığımız, kalbimizde sarsılmaz bir yere oturtarak güç verdiğimiz şeyler ne kadar da çabuk sarsılıyor değil mi? Şimdi neden böyle dediği mi yazının devamında daha iyi anlayacaksınız! Halk gerçekleri ortaya da koysanız geçmişten gelen ve kulağına üflenen efsaneleri inanmayı sevdiği kadar, onları terk etmeye korkuyor. Ben yine de Alanya’daki Aya Yorgi ve Hızrellez’i yazmadan bitirmeyeceğim bu yazıyı.
Aya Yorgi’nin günümüze kadar ulaşan mitik bir efsanenin başkahramanıdır. Özellikle semavi dinlerin içinde şimdi okuyacağınız masalsı bir hikâyenin geçmesi çok da normal bir durum olamayacağından belli ki, bu efsane de Pagan inancı içerisinde dilden dile anlatılan bir efsanenin çok sonraları Hristiyanlığın yaygınlaşması ile birlikte “Aya Yorgi” ismine evrilerek başka bir forma bürünmesinden başka bir şey değildir. Yani kısacası kişiler ve coğrafyalar değişik olsa da hikâyeler ve varılmak istenen sonuç, verilen mesaj hep aynıdır. Efsaneye göre; günde iki kuzu yiyerek ülkenin açlığa sürüklenmesine neden olan bir ejderha vardır. Ejderhayı öldürmek için tüm imkânlarını deneyen kral bunda muvaffak olamayınca halk fakirleşir. Çaresiz kalan halk fakirleşmekle kalmaz, kız çocuklarını da kurban etmeye başlar. Sıra kralın kızına gelir. Prenses denizden çıkıp kendisini yiyecek olan ejderhayı beklerken birden beyaz bir atın üstünde Aziz Georgios görünür ve o sırada denizden çıkan ejderhayı elindeki mızrağıyla yaralar. Daha sonra da atının ayakları altında ezerek öldürür.
Ejderhanın öldürülmesine sevine kral Georgios’a türlü hediyeler sunar, Georgios kralın sunduğu hediyeleri halka dağıtarak oradan ayrılır. Asırlardır dilden dile anlatılan bu efsane, sembolik anlamda prensesin Hristiyanlığı temsil ettiği, ejderhanın ise Hristiyanlığın karşısındaki güç olarak kabul edilmiş, Georgios ise bu iki simge üstünde kötüye karşı cesaretle savaşan, yardımseverliği, gözü pekliği, cömert tavrı ile fakir, güçsüz, çaresizlere yardımını esirgemeyen, vicdanın, iyiliğin önemini vurgulamaktadır. Bu mesajlar toplumun değer yargısının iyi yönde gelişip yaygınlaşmasına öncülük ettiği gibi iyi duyguların artırılması adına örnek olması bakımından da Aya Yorgi isminin taşıdığı bu misyonla inançlı insan yaratma ve alabildiğine yayılma politikasına uygun olması nedeniyle, simge bir isim olarak adının güçlenip yaygınlaşmasına neden olmuştur. Sürüngen gövdesi ile yersel gücü temsil eden ejder “Dragon”, bedenindeki kanatları ile de tanrısal olan hükümdarlığı, savaşçıyı, iradeyi temsil etmektedir.
Buradan şunu çok net anlamak gerekir ki, pagan dininde inanç olarak insanlar üstünde etkisi olan önce tanrıların, daha sonra zaman içinde güç kazanarak bu tanrıları ve bu tanrıların yerini alıp yarı tanrı olarak kabul edilen zalim hükümdarları temsil etmektedir. Suyun içinden çıkıp ateş saçarak uçabilen yılan gövdeli ejderha, gök gürültüsünden sonra yağan yağmurun toprağa düşmesiyle bitkilerin toprak ananın yeşermesini ve ürün vermesini sağlayan yaratıcı özelliğinin yanında, fırtınaları kopartıp, sellerin oluşmasını da sağlayarak yıkıcı bir özelliğe sahip olduğuyla da anılır. Buradan hareketle hava, su, ateş, toprak simgesinin hepsini kendinde toplayan ejderhanın evrensel olanı ve bütünlüğü temsil etmesi düşüncesinin yanı sıra kötülük, savaş ve şeytani gücü ortaya çıkarttığı inanışı da vardır. Çünkü Hristiyanlığın ilk dönemlerindeki inanca göre bir genç kızı ejderden kurtarmak, kötü olanı yenmek ve saflığı ortaya çıkartmak anlamına gelmektedir. Zaten pagan inancı da mitik hikâyelerin üstüne bina edilmiş bir inanç biçiminin yaşam alanına hükmeden bir yaşayıştan başka bir şey değildir.
Hagios Georgios ismi Hristiyan dünyasındaki etkisi İslamiyet’in kabulünden sonra Müslümanlar üzerinde görülmüştür. Hatta öyle ki, Müslümanlar, Hristiyan inancına ait süregelen pek çok geleneği Müslümanlık inancı adı altında kendilerine devşirerek devam ettirmişlerdir. Zaten bu konuda bir inceleme yaptığınızda hikâyelerde de konuların ve verilen mesajların aslında aynı olduğuna, sadece isimlerin, mekânların ve bazı figürlerin adlarının değiştiğine tanık edersiniz. Sonuç itibariyle aynı coğrafyada aynı geleneklerle, tatlarla, hazlarla, hikâyelerle büyüyen insanlar, inançlarına başka isimler takarken, yine aynı şekilde yaşamlarını sürdürüp aynı esprilere gülmüşler, aynı ağıtları yakıp, aynı acıyı birlikte yüklenmişler, aynı yağmurun altında ıslanıp, aynı güneşli günlerde paylarına düştüğü kadarını almışlardır. İsimler değişmiş olsa da sonuç değişmemiştir. Şöyle ki; Aziz Georgios ismi İslami kaynaklarda “yeşil adam” anlamına gelen “Cercis, Circis ya da Curcis” olarak geçmiş ve dolaştığı yerlerde yeşillikler çıkartarak çiçekleri açtıran, yardıma muhtaç olanlara yardım eden Hızır (A.S.)’ye benzetilmektedir. İşte buradan hareketle, baharın gelmesi Hızır – İlyas (Elias) buluşması (Hıdır Ellez) eski takvime göre 6 Mayıs’ta kutlanırken, bu kutlamalar Batı bölgelerinde Aziz Georgios’u anma günü olarak yeni takvimde 23 Nisan’a denk geldiğinden, bu tarihte kutlanmaktadır.
Hadr şehrinde yapılan kutlamalara Filistin’in Beytüllahim gibi daha uzak şehirlerinden gelip mum yakarak dua eden Hristiyanlar, Aya Yorgi’nin tipik “ejderha avcısı” pozunun bulunduğu ekmeği pişirirler. Aziz’in koruma sağladığı buna benzer resimler Filistinli Hristiyanların evlerinde ve kamu binalarında sıkça rastlanmakta, bu resimlerin hemen altına ise Arapça, “Tanrı evimizi korusun.” yazmaktadır.[4] Filistinli Hristiyanlar Aziz George Günü kutlamalarında “Ah Aziz Corc, biz Hızır’a dua ederiz. Ellerinde mumlar olan Hristiyanlarız biz…” diyerek dua ederken, Müslümanlar, “Evliyalar eş olsun, Hızır yoldaşın olsun.” derler. Aleviler “Yetiş ya Ali, yetiş ya Hızır” diyerek Hz Ali ile Hızır’ı birbirleriyle eş koşmuşlardır. “Ali yoldaşın, Hızır yardımcın, Pir Sultan rehberin olsun…” vb dualar yine bir inancın içinde her türlü iyi vasıfları üstünde barındıran simge isimler üstünden toplumu iyi yola sevk edip doğru yoldan ayrılmamalarını temenni etmek, birlik, beraberliği sağlarken, aynı zamanda demografik olarak bu çatı altında sosyolojik olarak çok yönlü başka hedefleri de yeri geldiğinde kontrol altında tutarak güç kazanmak adına bir değerler bütününü ortaya koyabilmektedir.
Hızır ölümsüzlük suyunu içtiği için ölüp yeniden dirilebilir. Elbiseleri yeşil olduğundan doğayı simgeler. Ata binebilen Hızır havada dolaşır, su üstünde yürür ve kılıktan kılığa girebilir. Doğadaki varlıklara söz geçirebilir. İnsanlara göründüğünde kendini tanıtmadığı müddetçe kimse onun gerçek kimliğini bilemez. Bazen bir derviş, bazen bir yoksul kılığına bürünerek insanları sınavdan geçirir Örneğin; aç olduğunu söyler. Eğer kendisine iyilikle karşılık verirlerse onları ödüllendirir, tam tersine kendini kovup açlığını gidermeye yeltenmezlerse onları da cezalandırır.[5] Müslümanların bu inançları güçlü olduğundan dilencileri geri çevirmek istemezler. Geri çevirirlerse başlarına kötü bir şey geleceğine inandıklarından onlara mutlaka yardımda bulunur, açsa karnını doyurur, kıyafet ve para verirler.
Alanya’ya yaklaşık olarak 15 km kuzeyinde, “Kütürüp Mahallesi’nin sırtlarında iki tepe arasında yer alan bir düzlükte, denizi gören bir mevkide kurulmuş olan Aya Yorgi Kilisesi, Alanyalılar tarafından “Hıdrellez Kilisesi” olarak bilinmektedir. Ne zaman kurulduğu bilinmeyen fakat kilisenin kitabesinde 23 Nisan 1873 yılında onarımdan geçirildiği yazan kilise hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar tarafından ibadet yeri olarak kullanılagelmiştir. Son on yıl içinde yeniden restore edilerek Alanya’daki yerli Alanyalı olarak bilinen Alanya’ya Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelip yerleşmiş “Yeni Alanyalılar” olarak bilinen Hristiyan halka hizmet veren kilise, Ortodoksların hizmetine teslim edildikten sonra yeniden ibadete açılmıştır.
Kilisede belli zamanlarda ayinler yapmakla birlikte, “The Orthodox Church of the Great Martyr George”, yani “Büyük Şehit George’un Ortadoks Kilisesi” olarak adlandırılmış ve gereken çevre düzenlemesinin Alanya Belediyesinin katkılarıyla yapılmasıyla birlikte turistlerin de uğrak yeri olmuştur. Dikdörtgen planlı, Taş duvarlı, kâgir çatılı, olan kilisenin küçük bir apsisi ve kilise ile aynı dönemlerde yapılmış bir çeşmesi vardır. Duvarlardaki freskler zamanında korumaya alınmadığı ve restore çalışmalarının yapılmamasından dolayı bozulmuştur. Burada altını çizmemiz gereken konulardan bir tanesi ise kilisenin eski cemaatinin gerçekte Müslümanlığı kabul etmemiş, kökleri Karamanlara dayanan ve Türkçe konuşup Grek alfabesiyle yazan Hristiyan Türklere ait bir kilise olduğudur. Bu Hristiyan Türklerin mezar taşlarında olduğu gibi Grekçe alfabesi ile Türkçe (Karamanlıca) yazılı kitabesi halen Alanya Müzesinde sergilenmektedir. Alanyalıların her yıl 6 Mayıs’da baharı karşılamak için geldiği Hıdrellez Kilisesi ve biraz daha doğusunda kilisenin bağlı bulunduğu köyü yer almaktadır. Kilise bir zamanlar Alanya’da yaşayan Türkçe konuşup Grekçe harflerle Türkçe yazan Ortodoks Türklerinin 1924 yılında mübadele ile Yunanistan’da Nea İonia İlçesi’ne gönderilmesi nedeniyle atıl bir duruma düşmüştür. Yıllar sonra ise Alanya belediyesi aslında Türk olan bu vatandaşlarımızın yerleştirildiği Nea İonia şehri ile kardeş şehir olmuş, bu vesile ile Yunanistan’a göçenlerin torunları Alanya ile bağlantılarını devam ettirmişlerdir.
Yazı çok uzadığı için burada kesmek zorundayım ve fakat bir sonraki yazımda Alanya’daki ibadet yerleri ve kiliselerin durumuyla ilgili yeni yazılarımı takip edebilirsiniz.
Silvan Güneş
Biyografi Yazarı
* Alanya Hıdrellez Kilisesi Fotoğrafları: Silvan Güneş
* http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly90ci53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvSMSxesSxcg
* https://www.kapadokyadayim.com/aziz-george-kilisesi/
[1] http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvS290aGFyLXdhLUtoYXNpcw
[2] http://www.hermetics.org/hermetik.html
[3] GÖKDEMİR, Orhan, Din ev Devrim, s. 89.
[4] Heykeltraş Ekrem Anastas.
[5] Türk Mitolojisi Ansiklopedik Sözlük, Celal Beydili, Yurt yayınevi, s 240.