Kasım ayının ilk haftası, Türk Harf Devrimi haftası olarak kutlanıyor. 1923 yılında kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısal devrimlerinden en önemlileri arasında da harf devrimi geliyor. Bin yıla yakın bir devlet – toplum yaşamının birikimi olan Türkiye Türkçesinin, okuma ve yazması için kullanılan alfabenin Latin alfabesi temelinde yenilenmesi anlamına gelen Türk Harf Devrimi, 1 Kasım 1928’de yeni abece yani alfabenin resmi olarak kabul edildiği zaman olarak belirlenmiştir. Bu nedenle 1 -7 Kasım haftası da Türk Harf Devrimi olarak kutlanıyor. Peki, Harf devrimi ne anlama geliyor? Farklı çevrelerce halen birçok açıdan tartışılan Latin alfabesine geçiş konusunu bu vesileyle değerlendirirken diğer yandan da Türk Harf devrimi tarihçesine bir göz atalım.
Lacan’a göre insan dil sayesinde toplumsallaşır ve tüm yeni dünya da dile bağlı olarak kurulur. Bir topluluğun, birbirleriyle iletişimini sağlayan ve o topluluktaki herkesin üzerinde mutabık kaldığı sesler disiplinine dil yani lisan deniliyor. Binlerce yıllık insan tarihindeki derin birikimin sağladığı binlerce dil ortaya çıkmış ve bugüne bakıldığında halkların ve ulusların kültür – sanat- bilim – felsefe üretimlerinin temelini oluşturmaya devam etmektedir. Yok olan, kaybolan, unutulan diller ise bu üretimlerle yeni nesillere aktarım yoksunluğundan bunu yaşamaktadır. Günümüzün modern çağında ise bu üretim ve aktarımın en temel aracı, okuma – yazmada kullanılan alfabedir. Dolayısıyla dil ile alfabe arasındaki bağlantı, hayati derecede önem taşır. Türk Harf devrimi tarihçesine baktığımızda eski kaynaklardan alıntılar yaptığımızda “abece” kelimesini kullanacağız. Latin harf diziliminde ilk 3 harf olan A,B ve C’nin Türkçe ifade seslerinin yan yana gelmesinden oluşan “abece” kelimesi, Alfabe kelimesinin yerine kullanılmıştır. Çünkü “alfabe” kelimesi de Latin harf diziliminin ilk iki harfi A ve B’nin söylenişi olan Alfa ve Beta’nın yan yana gelmesinden oluşan “Alphabet” kelimesinden Türkçe’ye Alfabe olarak geçmiştir. Yani, abece ile alfabe eş anlamlıdır. Türk Harf Devrimi’ni gerçekleştiren Mustafa Kemal Atatürk ve yönetimi, tam bir Türkçe söyleniş ile gereksiz yabancı sözcüklerin dilden arındırılması için abece kelimesini tercih etmişlerdir ama zaman içinde bu kelimenin yerini alfabe almıştır.
Türk Harf devrimi, en sade ifadesiyle Türkçe’de yazma ve okumada kullanılan harf sisteminin Arap modelinden Latin modeline geçirilmesi ve dilde kullanılan yabancı sözcüklerin temizlenmesini amaçlayan ve dile uygun bir alfabenin kabul eden, yasal düzenlemedir. Cumhuriyetin kuruluşundan önceki duruma bakılacak olursa dil Osmanlıca ve okuma – yazmada kullanılan alfabe de Arap alfabesidir. Osmanlıca dili ise üç kıtaya yayılmış, 600 yıllık bir devlet olan Osmanlı’nın halkının çok kültürlülüğü ile yine tarihi bin yılı aşkın İslam kültürü ve Türklerin ilişkilerinden hareketle temelde Orta Asya kökenli Türkçe’nin Arapça – Farsça – Rumca ve son dönemde Fransızca etkisinde yoğrulduğu bir dildir. O günkü Osmanlıca ile bugünkü Türkçe arasında esasen çok büyük fark yoktur ancak bugünkü dilde sadeleşmeye gidilmiştir. Aynı şekilde bu dilin yazımın Arap harfleri ile yapılması da dile özgün gelişim açısından yapısal zorluklar getirmiştir. Yine Kuran-ı Kerim’in dilinin Arapça olması nedeniyle Müslüman halk, yazılı her metne kutsal gözle de bakmıştır. Türk Harf Devrimi, mevcut birikimi temel alarak öğrenmesi ve geliştirilmesi kolay olan, Türkçe’nin ses yapısına daha kolay adapte olan Latin Alfabesine geçilerek bu zorlukların aşılması ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin de dünyaya entegre olmasını hedeflemiştir. Dünya üzerinden en çok kullanılan alfabe sistemleri Latin, Arap, Kiril, Çin ve Yunan alfabeleridir. Bununla beraber her dil, kendi doğuşuyla birlikte kendi alfabesini de yaratmıştır ancak günümüzde uluslararası iletişimin ortaklığı ile tarihsel süreçlerin sonuçları olarak bu alfabeler daha sık kullanılır. Örneğin Orta Asya Türkçesinin de kendisine ait Göktürk, Uygur gibi alfabeleri vardır. Ancak bugün Türki Cumhuriyetlerin birçoğu Rus diline ait olan Kiril alfabesi kullanırken Türkiye de önce Arap alfabesi kullanmış, Harf Devrimi sonrasında da Latin alfabesine geçmiştir. Bir dilin, kendisine ait olmayan bir alfabede karar vermesinin en temel kriteri ise dilde var olan seslerin o alfabede karşılanabiliyor oluşudur. 29 harften oluşan Türkçe Latin alfabesine bu anlamda Arap alfabesinden daha fazla uyumludur. Osmanlı Türkçesi alfabesinde kelimelerin kendi içinde oluşturduğu varyasyonlar hariç 34 harf bulunuyordu. Yeni alfabede Ç, Ş, İ, Ü, Ö harfleri, ilave olarak gelmiştir ve bir dilin alfabeye adaptasyonu açısından bakıldığında 5 harf eklenmiş olması, çok iyi bir istatistiktir.
Cumhuriyetin kuruluşunun ardından kurucu lider Mustafa Kemal Atatürk’ün vizyonunda harf devrimi vardır. Bunun için de bir Alfabe Komisyonu kurulmuş ve süreçte de bu kurula bir Dil Encümeni eklenmiştir. 9 kişiden oluşan Alfabe Komisyonu, şu isimlerden oluşturulmuştur: Falih Rıfkı Atay, Ragıp Hulusi Özden, Ahmet Cevat Emre , İbrahim Grantay, Emin Erişirgil, Avni Başman, İhsan Sungu, Ruşen Eşref Ünaydın ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu. Saygın edebiyatçı ve dil bilimcilerden oluşan bu kurul, Türkçenin yeni alfabesi için çalışmalarını kısa sürede tamamlamış ve Atatürk’e sunmuştur. Dil bilimci Necmi Dilmen’in kendisine verdiği bilgilendirme ile yeni alfabeyi kavrayan Atatürk, 5 Ağustos 1928 tarihinde İsmet İnönü’ye yeni harflerle bir mektup yazmıştır. 9 Ağustos 1928 tarihinde ise İstanbul Sarayburnu’da düzenlenen bir dinletide ise Falih Rıfkı Atay, Mustafa Kemal Atatürk’ün yeni harflerle yazdığı ve konuya ilişkin açıklamasını okumuştur. O açıklama, naklen şöyledir:"Arkadaşlar, güzel dilimizi ifade etmek için yeni Türk harflerini kabul ediyoruz. Bizim güzel, ahenkli, zengin dilimiz, yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Yüzyıllardan bu yana kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak, bunu anlamak zorundasınız. Anladığımızın belirtilerine yakın gelecekte bütün dünya tanık olacaktır. Buna kesinlikle inanıyorum." Devamında ise Atatürk, yine konu hakkında halka şu şekilde seslenmiştir: "Bugün yapmak zorunda bulunduğumuz çok değerli bir iş daha vardır: Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmek... Kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya, bütün yurttaşlara öğretiniz... Bunu yurtseverlik, ulusseverlik görevi biliniz. Bu görevi yaparken düşününüz ki bir ulusun, bir sosyal topluluğun yüzde onu ancak okuma yazma bilir, yüzde doksanı bilmezse, bundan insan olanların utanması gerek." Bu açıklamaların devamında ise Atatürk, yeni harflerin öğretilmesi için yurt gezilerine başlamış, gittiği pek çok yerde kara tahtanın başında harfleri yazmış, yazdırmıştır. Atatürk'e Baş öğretmen unvanı da bu süreç nedeniyle verilmiştir. Konunun kamuoyu gündemine gelmesi, seferberliğin başlatılması ve eğitim sisteminin buna göre hazırlanması için çalışmaların yapılmasının ardından 1 Kasım 1928 tarihinde TBMM’ye getirilen teklifin yasalaşması ile 29 harfli yeni Türk alfabesi (abecesi) de kabul edilmiştir. Millet Mektepleri adı verilen okullarla da bir eğitim seferberliği o tarihten itibaren başlatılmıştır. Bir kez daha Türk Harf Devrimi ve haftası kutlu olsun.