Bir Diktatörü Deviren Üç Kadının Mücadele Mirası: 25 Kasım

Onur, kararlılık, cesaret ve direniş… Dominik Cumhuriyeti'nin Cibas bölgesinde dünyaya gelen ve Mirabal kardeşler olarak bilinen Patria, Minerva ve María Teresa adında üç kadın sadece kendi ülkeleri olan Dominik Cumhuriyeti'ndeki kadınlar için değil dünyanın her yerinde ezilen, dışlanan, cinsel, ekonomik, psikolojik, fiziksel şiddet gören, sistematik olarak ayrımcılığa uğrayan, erkek ve devlet şiddetine karşı adalet ve eşitlik mücadelesi veren tüm kadınlar ve insan hakları mücadelesi için birer sembol ve ilham kaynağı olarak ölümsüzleşmiştir. Çocukların ve gençlerin içinde bulundukları zorba ve dikta rejiminde büyümesi fikrine katlanamayan Mirabal kardeşlerden Clandestine Hareketi'nin öncüsü Patria Mirabal’in “dikta rejimiyle savaşmalıyız, bedelini gerekirse hayatımızla ödemeye hazır olmayız” ve Maria Mirabel’in “Belki bize en yakın şey ölüm ancak bu beni korkutmuyor. Haklı olan her şey için savaşmaya devam edeceğiz”  sözleri ve teşviğiyle birlikte, diktatör Rafael Trujillo rejimine karşı etkin bir direniş başlatan Mirabal kardeşler içlerinden birinin kod adının ‘Kelebek’ olmasından dolayı o günden sonra “Kelebekler” adıyla anılmaya başlanırları. Ve kısa sürede dikta rejiminin hedefi haline gelir. Mücadeleleri boyunca mezalime uğrar, ağır baskılar görür ve hapis cezaları alırlar. Mirabel kardeşlerden birinin kod adının ‘Kelebek’ olmasından da esinlenerek; o günden sonra bu üç kız kardeş, “Kelebekler” adıyla anılmaya başlandı.

 Dominik Cumhuriyeti’nin 35. başkanı Horacio Vasquez’i 1930’da askeri darbeyle deviren Rafael Trujillo’nun “Kilise ve Mirabal kardeşler ülkedeki iki büyük tehlikedir” şeklinde yaptığı açıklamadan birkaç gün sonra 25 Kasım 1960 tarihinde Mirabal kardeşler, hapishanede olan eşlerini ziyaretten dönerken, “eli sopalı” Trujillo yandaşları tarafından arabaları durdurularak vahşice öldürülür. Arabadan indirilip dövülerek öldüren 3 kadının, cesetleri bagaja konularak bir uçurumdan aşağı itilir.  36 yaşındaki Patria, 34 yaşındaki Minerva ve henüz 24 yaşındaki Maria Teresa’nın cesetleri Dominik Cumhuriyeti’nin kuzey bölgesinde bir uçurumun dibinde bulunur. Öldürülmeleri ise Dominik halkına ve dünya kamuoyuna araba kazası olarak duyurulur. Ancak diktatörlüğün muhaliflerini öldürerek susturması bu kez geri teper. Ülke ve uluslar arası kamuoyu üç kız kardeşe yapılanlar karşısında dehşete kapılır hatta uluslararası yaptırımlar uygulanmaya başlanır. Bu tarihten bir yıl sonra ise kendileri göremese de kurdukları Clandestine Hareketi Dominik halkının desteğiyle, 31 yıl boyunca ülkeyi diktatörlük ile yöneten Rafael Trujillo rejiminin sonunu getirir. 25 Kasım'dan  6 ay sonra 30 Mayıs 1961’de diktatör Rafael Trujillo bir suikast sonucu öldürülür. Katledilen Mirabal kardeşlerin o dönem hayatta kalan en büyük ablaları, ailesinin Salcedo kentinin Ojo de Agua köyündeki evlerini, bir müzeye dönüştürür. Salcedo’nun bağlı olduğu eyaletin adı da birkaç yıl önce “Mirabal Kız Kardeşler” olarak değiştirilir. Trujillo’nun öldürülmesinden sonra, Şubat 1963’de yapılan seçimle Dominik Cumhuriyeti demokratik bir şekilde oy kullanarak yeni hükûmetini seçer. 

 

"Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü”nün İlanı

Onların direniş ve fedakarlıklarının tarihsel hafızaları, 1999 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun Mirabal Kardeşler’in katledildikleri gün olan 25 Kasım’ın "Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü" olarak anılmaya başlamasını sağlar. O günden sonra dünyada ve ülkemizde kadınlar kadına yönelik şiddete karşı toplumsal bilinci diri tutmak ve farkındalık sağlamak amacıyla sokaklarda, çeşitli etkinliklerde, panel ve söyleşilerde, sosyal medyada, televizyon kanallarında, okullarında şiddete karşı seslerini yükseltiyor, taleplerini ifade ediyor. Birleşmiş Milletler’e bağlı kısa adı UNWOMEN olan Kadın Birimi 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü nedeniyle her yıl 25 Kasım’dan-10 Aralık İnsan Hakları Günü tarihleri arasında Cinsiyete Dayalı Şiddete Karşı 16 Günlük Aktivizm Kampanyası düzenliyor. Bu kampanyalar her yıl farklı bir tema ile dünya kamuoyuna tanıtılıyor. Bu yılki küresel kampanya teması “Geride Kimseyi Bırakma: Kadınlara ve Kız Çocuklarına Yönelik Şiddeti Sonlandıralım”Küresel Kadın Liderler Enstitüsü tarafından koordine edilen bu kampanyalar dünyanın dört bir yanındaki kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddete son vermek için resmi kurum, sivil toplum platformları ve kadın örgütlerini harekete geçirmek ve ortaklaşa çalışmanın zemini yaratmak amacıyla düzenleniyor. 1991'deki ilk Kadın Küresel Liderlik Enstitüsündeki aktivistler tarafından üretilmiş ve her yıl Kadın Küresel Liderlik Merkezi tarafından koordine edilen dünyadaki tüm kadınlar ve kız çocukları için şiddet içermeyen bir dünyaya olan adanmışlığı güçlendiriyor. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünya genelinde her üç kadından biri hayatında en az bir kez genellikle erkek partnerinden, kocasından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Bu veri bile tek başına şiddetin, cinsiyetle doğrudan ilişkiselliğini ortaya koyuyor. Bu nedenle son yıllarda hem dünyada hem ülkemizde kadınlar seslerini #MeToo, #TimesUp, #Niunamenos, #NotOneMore, #BalanceTonPorc, #Bedenime dokunma, #çocuksusarsensusma, #sendedurde ve benzeri kampanyalar ile duyurmaya başladılar.

 

Ülkemizdeki Kadın Sorunu ve Çözüm Arayışları

Bu türden kampanyalar ve sokak eylemleri, hem kadınları hem erkekleri bilinçlendirme çalışmaları, kamu spotları, yasal düzenlemeler tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplumsal cinsiyet eşitsizliğine son vermek amacıyla yapılan çalışmalar. Ancak erkek şiddetinin cezasız kalmaması, son bulması ve bu kanayan yara için her gün farkındalık yaratmak adına yeni adımlar atılmalı. Zira çeşitli kadın kurum ve örgütlerinin tuttuğu erkek şiddeti çetelesine göre koca, baba, sevgili, ağabey, komşu, dayı, amca, öğrenci…vb olan erkekler, 2019’un ilk yedi ayında en az 184 kadını öldürdü ve yine veriler 139 çocuğun istismar edildiğini gösterdi.  Erkekler 2019’un ilk yedi ayında 312 kadına da şiddet uyguladı, yüzlerce kadın koruma kararı aldırdı. Bu tablo da gösteriyor ki maalesef ülkemizin de kadına yönelik erkek şiddeti konusunda birçok ülke gibi karnesi zayıf. Erkekliğin ölçütünün “güç” “güçlü olmak”, olduğu bir toplumda, erkekliğin iktidar talep eden yapısını bozmazsak, erkekliği bir baskı unsuru olmaktan kurtarmazsak giderek artan bir biçimde deneyimlediğimiz ötekileştirme, ayrımcılık ve şiddet pratikleri ne yazık ki gündelik yaşamın olağan görünümleri haline gelecek. Bugün gelinen noktada, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması ve kadın haklarının geliştirilmesi ve korunması bağlamında yalnızca yasal alanda verilmiş hakların bulunması, kadınlara özel politikalar geliştirilmesi gibi tedbirlerin, önemleri yadsınamaz olmakla birlikte, tek başlarına yeterli olmadıkları daha çok anlaşılmış bulunuyor bu da baskı, zor ve iktidarla özdeşleştirilen erkekliğin tartışılmasını kaçınılmaz kılıyor. Öte yandan cinsiyetçi bir dille şiddeti meşrulaştıran, estetize eden, gerekçelendiren sosyal medya, dizi, reklam, ana akım medyanın da bu şiddet sarmalındaki rolünün de gözden kaçırılmaması gerekiyor. Türkiye, 1985 yılında Kadına Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'ne (CEDAW) ve 2011 yılında da Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi'ne (İstanbul Sözleşmesi) taraf olmuş olan bir devlet.  Dolayısıyla kadına karşı her türlü ayrımcılığı ve şiddeti önleme yükümlülüğünü beyan etmiş ve erkek şiddetiyle baş etmede "yalnız değilsiniz" denmiş oluyor kadınlara.  Bu nedenle devlet tüm organlarıyla, yaygın ve sistemli bir biçimde bütün dünyada erkekler tarafından uygulanmaya devam edilen şiddetle mücadele de öncelikli sorumluluğu olan bir kurumdur. Ama ondan da önemlisi ve her 25 Kasım’da bir araya gelen kadınların birbirine hatırlattığı gibi yaşanılabilecek bir toplumun kadınların birbiriyle dayanışmasıyla, hayatlarının şiddetle yeniden tanımlanmasına karşı verdikleri mücadeleyle mümkün olduğunu unutmamak gerekir.

07.07.2021