Dünyanın En Eski Ticari Açık Deniz Batığı Antalya’da (2 Uluburun Batığı)

Uluburun Batığı Antalya’nın Kaş İlçesi’ne 8.5 km uzaklıkta olan Uluburun’un doğu kıyısında, 60 metre açıktı yer almaktadır. 1982 yılında sünger avcısı Mehmet Çakır tarafından bulunan batığın kazı çalışmaları Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi ve INA tarafından yapılmış, önce George Bass sonra da Cemal Pulak’ın başkanlığında büyük bir titizlikle süren kazı çalışmaları 11 yıl sürmüştür. Sedir ağacından yapıldığı ve Kenan ya da Kıbrıs yapısı olduğu, kaplama tahtalarının bin sene sonra Yunan ve Roma gemilerinde kullanılacak olan geçme yöntemi ile (yani bugün de yaygın olan önce iskelet yönteminin aksine, önce kabuk yöntemi ile) yapıldığı tespit edilmiştir. Uluburun gemisinden daha da öncesine tarihlenen, önce kabuk ve geçme yapım tekniği ile yüzdürülmüş gemilere Eski Mısır’da rastlanmakla birlikte, Uluburun gemisinin bir diğer özelliği de bu geçmelerin kavelalar[1] sayesinde kilitlenmesinin bir ilk olmasıdır.

 

Denizaltı Arkeolojisi Akdeniz Kıyılarında Önemli Bir Tarihi Açığa Çıkartıyor

Kaplama çapı 2,2 cm, kaplama kalınlığı 6 cm, geçme aralığı 20 cm olan bu gemilerle çok sonraları tanışan Romalılar bu sisteme “Fenike geçmesi” diyeceklerdir. Uluburun kazısı öncesi, bilinen en eski kilitli geçme sistemi ise M.Ö. 4 yüzyıla ait olduğu tespit edilen Girne Batığı’nda rastlanmıştır. Uluburun Batığı’nda çıkartılan kabuk parçalarında postaya rastlanmıştır. Gemi omurgası geleneksel tipin tamamen dışındadır. Geminin başında ve kıçında, en geniş yerinin dörtte bir kadar daralan omurga, orta noktada, karina kısmında 2 cm kalacak şekilde kabuğun içine doğru girmiştir. Genişliği yüksekliğinden fazla olan omurga 28/22 cm’dir. Yunanca ağaç (δένδρον déndron) ve zaman (χρόνος chrónos) sözcük köklerinden oluşan ve ağaç halkaları ile tarihleme yapma anlamına gelen Dendrokronoloji yöntemi tarihlenmesine göre: Uluburun gemisinin M.Ö. 1300’de batmış olduğu tespit edilmiştir. Yaklaşık olarak 15 metre boyunda, 5 metre eninde olan geminin kıç tarafı 44 metrede, pupası ise 52 metrede bulunmuş, taşımakta olduğu yük 61 metre derinliğe kadar yuvarlanmıştır. Rotasının ya Suriye-Filistin kıyılarından ya da Kıbrıs’tan Ege’ye doğru olduğu düşünülmektedir.

 

İnsanlık Tarihin En Eski Batığı Olan Uluburun Batığında Neler Çıkartıldı?

20 ton yük taşıdığı belirlenen geminin, hammaddeden oluşan ana yükünün ise 10 ton bakır, 1 ton kalay olduğu tespit edilmiştir. 

 

Bulunan Cam Külçeler Tarihin En Eski Cam Külçelerini Oluşturmaktadır.

“Sayıları 150’yi aşan kobalt mavisi, turkuaz ve lavanta renklerinde yuvarlak, yassı ham cam külçelerinin, Ugrit ve Tell el Amarna kazısında bulunan tabletlerinde geldiği belirtilen ‘mekku ve ehlipakku’ taşları olabileceği ve geminin milliyetinin tanımlanmasında güçlük çekilmesine rağmen orta doğu kökenli olduğu, gemi yapısının Kenan ya da Kıbrıs yapısı olduğu ve Suriye-Filistin kıyılarından Uluburun kıyılarına yük taşıyan bir gemi olduğu düşünülmektedir. Gemide Mısır Kraliçesi Nefertiti’ye ait bir mührün de bulunması, geminin Mısır Kraliyet Gemisi olduğu yönünde atıfların da yapılmasına neden olmuştur. Gemide bulunan cam külçeleri tarihte bilinen en eski cam külçelerini oluşturmaktadır. Diğer eşsiz arkeolojik buluntular arasında Eski mısırlıların Abanoz[2] adını verdikleri ve tropik Afrika’da yetişen siyah renkli bir ağaç ile sedir ağacı da yer almaktadır. Diğer hammaddeleri ise tam ve kesilmiş fildişleri ile bir düzineden fazla suaygırı dişi, tütsü katkısı olarak kullanıldığı sanılan bir tür deniz salyangozunun kapakçıkları, müzik aletlerinin ses kutusu olarak kullanıldığı sanılan kaplumbağa kabukları ile fayans veya materyal ağız, kılp, kaide gibi parçaların takılmasıyla vazo veya kapların yapımında kullanılmak üzere taşınan deve kuşu yumurtaları bulunmuştur. Bunların yanı sıra 150 adet Kenan kil kavanoz, 10 adet pithos[3], 3,3 ton toplam ağırlığında tek delikli 24 çıpa (bunlardan ikisi 21,9 kg. ve 25,9 kg. ağırlığında olanların büyük olasılıkla geminin demirlemesi için diğerleri de balast olarak kullanılmıştır) tunç aletler, devekuşu yumurtaları, başta Nefertiti olmak üzere tarihe ışık tutacak birçok mühürler, heykelcikler de bu buluntular arasındadır.

 

Geç Tunç Çağı'na Ait Eserler

Dokuz büyük küpten en az ikisinde Kıbrıs üretimi ihraç seramiği ile kandiller ve ne amaçla kullanıldığı kesin olarak bilinmeyen ancak duvara asarak kullanıldığı düşünülen eserler bulunmaktadır. Kenan takılarını gümüş bilezikler ve ayak bilezikleri ve altın pendatifler[4] oluşturmaktadır. Kaynağı bilinmeyen kulpsuz bir altın kadeh de buluntular arasındadır. Çeşitli malzemelerden yapılmış boncuklar arasında akik, altın, fayans, cam ve Baltık kehribarı boncuklar bulunmaktadır. Diğer eserler arasında ördek biçiminde ve menteşeli kanatları kapak işlemi gören iki adet fildişi kozmetik kutusu, bakır kazan ve kâseler, suaygırı dişinden bir borazan ve Tunç devirlerinin tamamından bilinen kalay eserlerinden daha çok sayıdaki kalay kaplar yer alan Geç Tunç Çağına tarihlenen eserler yer almaktadır. 

 

Batıkta Çıkatılan Her Bir Eser Tarihe Işık Tutuyor

En yakın benzerlerini Romanya’daki tek bir örneğin oluşturduğu taştan törensel amaçlı bir asa, bronz silahlar, ok ve mızrak uçları ile kamalar dışında Kenan, Miken ve olasılıkla İtalyan yapımı kılıçlardan oluşmaktadır. Yük veya gemide yiyecek olarak taşınan maddeler arasında badem, incir, zeytin, üzüm, çöre otu, sumak, kişniş, nar ve birkaç buğday, arpa tohumu bulunmuştur. Balık ağı kurşunları ağ onarımlarında kullanılan mekikler, olta iğneleri ile ucu çatallı bir balık zıpkını, gemide balık avlandığını göstermektedir.”[5]  Bodrum Sualtı Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen eserler, insanlık tarihini aydınlatmada oldukça büyük bir değer taşımakla birlikte, üç tarafı denizlerle çevrili olan bu güzel yurdumda, denize ve deniz batıklarına ve denizlerin tarihine verilen önemin boyutlarını gözler önüne seren, değerli Deniz Tarihi Araştırmacımız Dr. Mustafa Aydemir, bizlere şunları söylüyor; “Deniz müzeciliğinde Amiralimiz Cem Gürdeniz’in dünyanın deniz müzelerini araştırıp kaleme aldığı “Mavi Uygarlık” kitabından öğrendiğimize göre;  Amerika’da eyaletler toplamında 210 tane deniz müzesi, 240 tane müze gemi var. Yavuz gibi, Midilli gibi büyük gemiler… Amerikalıların 250 yıllık -300 yıl bile değil- bir tarihleri varken bizden çok deniz müzesine sahipler.  Biz Çanakkale’nin o gazi toplarına dahi sahip çıkamadık. Nusret’e sahip çıkamadık. Bandırmaya sahip çıkamadık. Hiçbir gemi müzemize sahip çıkamadık. İngiltere’nin 250 tane deniz müzesi, 450 tane müze gemi var. Oysa denizcilik tarihi bu coğrafyada başladı. Dünyanın en eski batıkları, en eski gemileri, en önemli deniz olayları, en eski deniz savaşları burada başladı. Bizim hemen kıyılarımızda dibimizde dünyanın en eski batıkları, dünyanın en tarihi, en eski denizciliği, iki kıtanın birleştiği yerdeyiz. Doğu Akdeniz havzasındayız ve bir elin parmakları kadar deniz müzemiz yok. Bu niçin denizci olamadığımızın cevabı! Siz bu kültürü vermezseniz denizci olamazsınız. Bu kültürü kim verdi biliyor musunuz? Bu kültürü büyük Petro verdi. Büyük Petro 17.yy sonlarına doğru henüz 12, 13 yaşındayken, kimliğini gizleyerek 17 yaşına kadar Avrupa’yı, İtalya’yı Çekya’yı, Almanya’yı dolaştı ve geldiği zaman (18. yüzyıl başında) Avrupa’nın bütün akıllı adamlarını da beraberinde getirdi. İlk yaptığı iş, tersanelerle birlikte deniz müzeleri kurmak oldu. Ve o fakir Rus köylüsünden denizci bir toplum yarattı. Biz yapamadık! Büyük Petro bunun da farkındaydı… Çünkü ‘bir imparator olmanın gereği önce büyük bir donanma kurarak denizlere hâkim olmak ve sıcak denizlere inmektir’ dedi. Rusların ‘sıcak denizlere inmek fikrini ilk akıllara sokan’  o oldu. Ondan sonra ne oldu? Karadeniz bir Türk gölüydü, Karadeniz elimizden çıktı. Onda sonra kaptanları, denizcileri, büyük amiralleri yoktu. İngilizleri, İrlandalıları, Hollandalıları amiral olarak aldılar ve bizim Çeşme’de donanmamızı yaktılar (5-7 Temmuz 1770). Navarin’de donanmamızı yaktılar (20 Ekim 1827). Sinop’ta donanmamızı yaktılar (13 Kasım 1853). Bizi mahvettiler… Çünkü biz denizlerin farkına varamadık. Hele Barbaros’tan sonra, hele Kanuni’den sonra iyice geriledik ve denizlere sırtımızı döndüğümüz için, denizlerdeki üstünlüğümüzü kaybettiğimiz için koskoca bir imparatorluğu kaybettik. Öncü Trablusgarp’ı bütün kuzey Avrupa’yı kaybettik. Arkasından, Mısır’ı, Suriye’yi, İsrail’i, Lüblan’ı kaybettik. Bütün balkanları kaybettik. 12 adaları kaybettik. Şimdi küçük kayalıklar için dövünüyoruz. Böyle olmaz… Türkiye’nin her yerinde deniz müzesi kurulması gerekir. Eskişehir’de, Konya’da Ankara’da her yerde kurulabiliniz…”[6] diyerek denizlerimize her bakımdan dikkat çekiyor. Dünyanın en eski batıklarından biri olan Gelibonya Batığıdır. 

 

Denizaltı Arkeoloji ve Önemini Halkın Bilmesi ve Bilinçlenmesi Bakımından Önemlidir

Günümüzde denizlerimizde yapılan her yeni keşifler, bizleri başka bir tarihle karşılaştırıyor. Halk böyle olunca, "Dünyanın En Eski Deniz Batığı" diye attığımız bir başlığı başka bir buluşta elde edilen veriler çürüttüğünden, yeni batıklar bir önce bulduğumuzun yerine geçiyor. Yine onlardan biri de Marmaris - Hisarönü batığı. M.Ö. 2000 yılına ait olan batık tam 4000 yıllık. Milattan önce 1300 yıllarına tarihlenen ve 1982’de Kaş’ta bulunan Uluburun batığı, tahtını Hisarönü Batığı'na devretti. Bakalım bundan sonra denizlerimizde yapılacak yeni keşifler ve araştırmalar, tarihi nasıl yönlendirecek? Bir sonraki yazımızda Muğla Hisarönü Batığı'nda buluşmak üzere... Silvan Güneş Biyografi Yazarı Alıntı & Kaynak & Fotoğraf

FOTOĞRAF: ALİ ETHEM KESKİN

[1] Kavela: Kaşkaval olarak da adlandırılır (ama kaşkavalın bir diğer anlamı yelkenlerdeki deliklere geçirilen takozdur. Kavela aynı zamanda halat dikişi için halat ucundaki kolları açmaya ve düğüm çözmeye yarayan, ayrıca geçici bir tutacak olarak da kullanılabilen, kama şekilli bir denizci aracıdır. Kavela konik ve genelde eğri şekilli bir çubuktur, bir ucu yuvarlatılmış veya yassılaştırılarak kütleştirilmiştir. Boyu genelde 15–30 cm uzunluğundadır ama bazen kullanıldığı ipin kalınlığına bağlı olarak 60 cm'den fazla olabilir. Metalden veya, cilalı tahta veya kemikten yapılır. [2] Abanoz: Tropikal bölgelerde yetişen bazı ağaçlardan elde edilen bir çeşit odundur. Çok sert olan bu odun, parıltılar saçacak kadar iyi cila tutar. Odunun en içteki öz bölgesi simsiyahtır, bu nedenle pek çok ülkede abanoz kelimesi siyah renk anlamında kullanılır. Abanoz eski çağlardan beri çok değerli bir odun sayılmıştır. [3] Pithos: Büyük bir saklama kabının Yunan ismidir. İngilizce terimi, Neolitik, Tunç Çağı ve izleyen Demir Çağı'nda Akdeniz'i çevreleyen medeniyetler arasında kullanılan kaplara uygulanır. [4] Pandantif, yapı mimarisinde kullanılan özel bir inşaat tekniği olup kare şekilli bir oda boşluğu üzerine bâzı daire şekilli bir kubbe veya bâzı dikdörtgen şekilli bir oda boşluğu üzerine elips şekilli bir kubbe inşa etmek için kullanılır. Bu tarzda yapılan altın takılar da biçim olarak bu şekilde tarif edilir. [5] http://kaanaltin.com/uluburun.html [6]  FOTOĞRAF: ALİ ETHEM KESKİN

07.07.2021